Ayça Derin Karabulut ile Sohbet

  • Genç yaşta bir derginin genel yayın yönetmenliğini üstlenmek nasıl bir his?

Heyecanlı ve korkutucu. Özellikle 22 yaşındaysanız ve bu görev size, “Sen yaparsın,” diye verildiyse daha da korkutucu. Fakat bu ‘korku’ kelimesini aklınıza ilk gelen anlamda düşünmemek gerek. Bu duygular beni mesleğime ve işime her gün daha da bağlıyor.

  • Yola çıktığınızdan bu yana neler değişti?

İlk günden bugüne çok şey değişti. Aynı kalan tek şey heyecanımız. Yazar kadromuz çok değişti öncelikle. Türk edebiyatının birçok önemli ismi dergiye katıldı. Sadece onlar değil, Türkiye’de çok sevilen oyuncular, sanatçılar, yazarlar da ekibimizin bir parçası. Hikayesi olan herkes bizimle anlayacağınız. İlk zamanlar bunu hayal ederek çıktık yola… Ama sanırım hayallerimizden fazlası oldu ve olmaya devam ediyor. Çünkü KAFA sadece bir dergi olarak kalmadı, bir markaya dönüştü.

  • Hazırlamış olduğunuz dergiyi hiçbir dijital mecradan okumak mümkün değil. Bunun sebebi ne?

Dijital bütün platformlar her anlamda çok yararlandığımız ve aktif olduğumuz yerler. Fakat tek hassas noktamız internet üzerinden herhangi bir yerde derginin satılmaması ve içeriklerin kolay ulaşılır olmaması. Çünkü biz okuyucularımızla aramızdaki bağın tamamıyla gerçek ve organik bir bağ olmasını istedik hep, öyle de oldu. KAFA’yı sadece bayilerden, kitabevlerinden satın alınan ve çantada, cepte, elde taşındığı için hafif kırışmış, kirlenmiş, üzerine belki bir kahve bardağı konulmuş ve onun izi kalmış bir dergi olarak seviyoruz.

  • Küçükken hayalinizde neler vardı?

Bütün hayallerimin temelini oluşturan rahmetli babamdı. Babam televizyonda çalışırdı. Çocukluğumuz boyunca kameralarla, kasetlerle haşır neşirdik. İçten içe onu örnek aldığımı sonraları fark ettim. En önemlisi şu: evimizde kocaman bir kütüphane vardı. Kitap okuma, yazma, soru sorma ve araştırma alışkanlığımı o kütüphanedeki ansiklopedilerden ve kitaplardan kazandım. Eğer babam o kütüphaneyi kurmasaydı, şu an ben aynı ben olmazdım. Hayatımı şekillendirmek için henüz ufak da olsa adımlar atmaya başladığımda -ki bu ortaokuldayken, “Hangi lisede okumalıyım?” sorusunu sormama denk gelir; gazetecilik okumaya karar vermiştim. Aslında planlamam tam da düşündüğüm gibi giderken bir anda hayat gaza bastı ve beni üniversite birinci sınıftayken şu anki patronum Candaş Tolga Işık’la karşılaştırdı. İşte o gün tam olarak hayallerim gerçekleşmeye başladı. Benim her konuda en büyük öğreticim kendisidir.

  • KAFA Radyo’da hazırlayıp sunduğunuz Kitap Kafası programıyla radyoculuğa adım attınız. Radyo dinleyicisinin kitaba olan ilgisi nasıl sizce?

Kitap Kafası yazarları konuk alıp kitap konuştuğum bir program. Dinleyiciyi tutmak biraz daha zorlu gözükse de ilgilisi dinliyor, takip ediyor. Mutluyum ben! Radyo heyecanı hiçbir heyecana benzemiyor. Programdan önce ellerim titriyor. Her anlamda dinleyici olabilmenin gittikçe zorlaştığı bir çağda yaşıyoruz bence, herhangi biri karşımızda konuşurken dahi odaklanma problemi yaşıyoruz. Ama radyo dinleyicisi öyle değil; sadık ve dikkatli. Ben radyocu değilim. İlgi alanımda bir program yapma şansı buldum KAFA sayesinde; üstelik Ender Uslu, Güçlü Mete, Nihat Sırdar, Zeki Kayahan Coşkun gibi önemli radyocuların yanında…

  • Son zamanlarda sosyal medya hesabınızda kendinize ait yazılarınızı da paylaşmaya başladınız. Bir yazma rutininiz var mıdır?

Liseden beri kısa metinler yazıyordum ve artık yazdıklarımı birileriyle paylaşma ihtiyacı hissediyorum. Öncelikli ihtiyacım içimdeki duygulardan bir şekilde arınmak, onlardan kurtulmak, rahatlamak. İkincisi ise, “Benim gibi hissedenler var mı?” merakım. Herhangi bir rutinim henüz yok. Çünkü zaman ve mekan fark etmeden, herhangi bir yerde bir saatte defteri çıkarıp notlar alırım. Araba kullanırken ses kaydı yaptığım da çok olur. Sanırım hakim olmaya çalışıyorum yazma işine. Belki o zaman bir çalışma rutini oluşturabilirim.

  • Yaptığınız röportajlardan unutamadığınız bir anınız var mı?

Ağustos 2015’te seninle yaptığımız Ara Güler röportajını unutamam. Hikayesi şudur: Lisede gazetecilik okurken, fotoğraf dergisi için kapısını çalmıştık ve terslenerek geri çevrilmiştik. Yıllar sonra yine aynı yere gitmek, onunla uzun uzun sohbet etmek benim yapılacaklar listemin başında yer alıyordu. Ben ona bir oyuncak araba hediye etmiştim, o da bana poster boyutunda bir fotoğrafını imzalamıştı. Baş köşede asılı durur evde.

  • “Keşke ben yazmış olsaydım,” dediğiniz bir eser var mı?

Henüz ortada olmayan, kendi kitabım. Keşke bu zamana kadar yazmış olsaydım.

  • Başucu kitaplarınız hangileri?

Fernando Pessoa’nın Huzursuzluğun Kitabı, benim sürekli dönüp dönüp okuduğum bir kitaptır. Son zamanlarda okuduğum Nihan Kaya’nın çok önemli iki kitabını bence herkes mutlaka okumalı: İyi Aile Yoktur ile İyi Toplum Yoktur.

  • Stilinizi nasıl tanımlarsınız?

Gardırobunuzda en çok hangi parçalar var?Gardırobumda siyah, beyaz, krem tonlarında tişörtler, hepsi yüksek bel olan çeşitli pantolonlar bulunur. Bolca uzun eteğim var. Yazın en sevdiğim şey tiril tiril etekler. Tek renk birçok askılı bluz sahibiyim. Üste geçirilecek bol gömlekler ve ceketler vazgeçilmezim. En çok internet alışverişini tercih ediyorum.

  • Gelecekle ilgili umutlarınız ve beklentileriniz neler?

KAFA’yı daha da büyütmek, daha fazla insana ulaşmak gibi hayallerim var. Ekip olarak şu ara iki yeni dergi hazırlığı içerisindeyiz; bunlar da çok heyecan verici! Tüm bunların yanında kişisel olarak hayata karşı bir beklenti içinde olmamaya dikkat ediyorum. Tabii ki hayal kuruyorum ama hayat karşıma ne çıkarırsa kabulüm. Görmem gereken şehirler, tanımam gereken insanlar, okumam gereken kitaplar, yardım etmem gereken hayvanlar, sürekli bir adım ileriye taşımam gereken bir mesleğim, her gün yeni bir şey öğrenmem ve yaşamam gereken bir hayat var. Tüm bunları gerçekleştirebilmek için de sakinliğe ve cesarete ihtiyacım var. Bu yüzden adil, dürüst ve samimi olup bir arada yaşayabildiğimiz, sakin bir hayat diliyorum hepimize.
 
 
Röportaj: Seray Denk

İlgili Makaleler