Eylül Su Sapan ile Röportaj

Uyumlu, sakin, güler yüzlü ve katılımcı… Pis Yedili’den İstanbullu Gelin’e, Beş Kardeş’ten son projesi Her Yerde Sen’e kadar hepsi de uzun soluklu olan pek çok dizide rol aldı Eylül Su Sapan. Bunun yanı sıra geçen yıl Berlin Film Festivali ana yarışmasındaki tek Türk filmi olan Aidiyet’in de iki başrolünden birindeydi. Yönetmen Burak Çevik’in kendi ailesinin başına gelen olayları anlattığı bu özel film, festivalleri dolaşmaya devam ediyor ve umuyorum yakında biz de izleyeceğiz. İstanbullu Gelin’in finali sonrası biraz soluklanmak üzereyken bu sefer de kendini Paçayı Kurtarmak isimli tek kişilik oyunla ilk kez tiyatro sahnesinde bulan ve yeniden provalara başlayan Eylül Su Sapan’ın enerjisi bulaşıcı.
 

  • Bu genç yaşına rağmen çok uzun zamandır gözler önündesin, şaka bir yana, nasıl başladı bu macera? (Gülüyoruz)

Sinema okumak istiyordum, lise döneminde Boğaziçi Üniversiteli öğrencilerin kurduğu bir sinema kulübüne gitmeye başladım, orada Zehra Derya Koç’la tanıştım, o bir kısa film çekecekti ben de ona yardımcı olmak ve o sürecin içinde yer almak istedim. Ama o bana oynamamı teklif etti ve her şey öyle başladı aslında.
 

  • ana kadar okulda bile olsa hiçbir tiyatro oyununda yer almamış mıydın?

Hayır. Okulun tiyatro kulübüne gidip geliyordum ama pek bir şey yapmıyorduk. Tiyatroyla ilgili pek bilgim yoktu, oyuncu olmak da hiç aklımda yoktu. Hatta, “İnsanlar neden oyuncu olmak ister ki?” diye düşünüyordum, oyunculuk yalancılık gibi geliyordu. Kısa filmle birlikte fikrim değişmeye başladı, ortamı ve bir ekibin parçası olma halini çok sevdim. Lise bittikten sonra ise sanki yıllardır hep fikrim buymuşçasına tiyatro okumaya karar verdim.
 

  • Ailenin tavrı ne oldu?

Onlar benim her türlü kararımı hep desteklediler. Havalara da uçmadılar, surat da asmadılar.
 

  • Okula dönelim…

Okul zamanı Pis Yedili’ye girdim, ilk işim oydu. Kadrodaki, herkes tiyatro bölümünde okuyordu. Bu durum çok güzel bir sinerji doğuruyordu çünkü herkes sete yeni bir tecrübeyle ya da bir bilgi ve yöntemle geliyor ve bunları diğer oyuncularla paylaşıyordu. O süreçte Gani Müjde’nin Tükenmez Kalem yazar kadrosuna girdim ve Yahşi Cazibe dizisinin ekibine tretman yazarı olarak katıldım.
 

  • Hala yazıyor musun?

Bu sene bir kısa film projesiyle Kültür Bakanlığı’na başvurdum. Kabul gelmedi ama bu beni yıldırmıyor, yaptığım işlerden kazandığımı biriktirmek ve filme yatırmak istiyorum. İki kız arkadaşın hikayesini anlatan uzun metrajlı bir film yazdım. 16 yaşımdan beri yazdığım, kendi deneyimlerimle geliştirdiğim bir hikaye. Sürekli açıp kapadığım bir dosya gibi aslında. Bu sene hem senaryo için, hem de oyuncu olarak Berlinale’ye de başvuracağım.
 

  • Berlin demişken Aidiyet’ten bahsetmek istiyorum, Burak Çevik’in filminde başrolde oynadın ve film geçen sene Berlin Film Festivali ana yarışmasındaki tek Türk filmiydi.

Berlin’deki galaya ne yazık ki ne ben ne de Çağlar (Yalçınkaya) gidemedik. Çünkü İstanbullu Gelin’in çekimleri devam ediyordu. Yönetmenimiz Burak filmi layıkıyla ve hepimiz adına tanıttı. Geçen yıl mayıs, haziran gibi çektik filmi. Her şey çok hızlı gelişti.
 

  • Burak’la önceden tanışıyor muydunuz?

Yıllar önce, lisedeyken oynadığım kısa film sürecinde tanışmıştık Burak’la ve o zamandan onunla böyle bir projesi olursa mutlaka haberleşeceğimizi konuşmuştuk. Aynı yaşlardayız, aynı hayalleri kuruyoruz, bu da benim için çok önemli.
 

  • Güçleri birleştirmek gerekli.

Filmin hikayesinin Burak’ın ailesinin başına gerçekten gelmiş olması çok etkileyici. Biz de bundan Çağlar’la çok etkilendik. Burak’ın teyzesini oynuyorum ve onu anlamak için elimden geleni yaptım. Başkaları için bir üçüncü sayfa haberi belki ama Burak ve ailesi açısından durum çok farklı.
 

  • Böyle hikayelerle sık sık karşılaşmıyor insan. Başka neler etkiliyor seni hayatının şu döneminde?

Bir dönem stand-up yapmak istiyordum ve yazmaya başlamıştım. Kadın komedisi deyince konu ister istemez kadının özel anlarına kayıyor. Bir erkek bunu yaptığında kahkaha getiriyor. Kadın arkadaşlarım bile beni biraz durdurdular bununla ilgili. “Nasıl anlatacaksın bir jilet ya da regl hikayesini?” dediler. Otosansür kavramı hayatımızın her yerini işgal etmiş durumda ne yazık ki. Tüm dünyayı kasıp kavuran ‘girlpower’ akımına rağmen kadın olmanın utanılacak bir şey olması hala tam olarak değişmedi. Keşke aşabilsek. Kadın gibi görünmeyi sürdürerek, kırmızı rujumuz ya da feminen kıyafetlerimizle…
 

  • Stand-up matematiği en zor olan sahne performansı. Sen kimleri beğeniyorsun?

Iliza’nın üç tane gösterisi var Netflix’te, çok beğeniyorum. Çok komik karakterleri var. İçlerinden bir tanesi Ertesi Gün Goblin’i adını taşıyor ve kadın dünyasını çok güzel özetliyor.
 

  • İlk fırsatta bakacağım ben de tadına öyleyse!

Türkiye’deki kadınlar çok komik bence ve daha da fazla kadın komedyen çıkmalı.
 

  • Her Yerde Sen ve Alara’ya gelelim…

Alara güçlü bir kadın, seviyorum onu. Kendi kararlarını kendi veriyor. Resim yapıyor, kafasına göre takılıyor, onu cool buluyorum. Kimseyi takmayan tavrını beğeniyorum, Selin ve Demir severler tarafından ukala bulunuyor ama kendi içinde tutarlı biri.
 

  • Sevdiğin kötü karakterler var mı?

Karakterin sürekliliğini seviyorum, ilk andakiyle aynı kalamıyor tabii ki, senaristler için de çok zor sürdürmek bazı şeyleri ama tek bir bakış ya da davranışla o sürekliliği sağlamak mümkün olabiliyor.
 

  • Alara neden kötü peki?

Ne tam kötü, ne de katıksız iyi. Ama Selin karakteriyle, yani Aybüke’yle (Pusat) kavga sahnelerimizde çok üzülüyorum, çünkü bir kadının başka bir kadına böyle bir şeyi yaşatmasını hiç istemiyorum. Sahnelerden sonra sarılıyoruz birbirimize. Bir de kötü bir şey yapıyor olmasına rağmen kendimi zaman zaman Alara karakteri için üzülürken buluyorum çünkü onunla empati kurabiliyorum. Önceki işlerimde canlandırdığım karakterlerin hatları daha keskindi.
 

  • Bir oyuncu olarak rolünü iyi oynayabilmek için karakteri anlaman, hak vermen gerekiyor mu her zaman?

Her şeyin sebebini her zaman bilemiyoruz, sorduğun soruların hepsine cevap bulamıyorsun. Bazen sete giderken yolda, bazen sahnenin içinde buluyorsun o cevapları. Alara için ise yönetmenimiz çok yardımcı, o da genç biri ve tartışma alanı bırakıyor. İş biraz ilerledikten sonra senarist de yönetmen de sana o alanı açabiliyor. Bir dünya kuruyorsun ve ona inanmak, inandırmak zorundasın. Bir kıyafet giyiyorsun, Eylül belki o kıyafeti beğenmiyor ama Alara açısından bakıyorsun, onun neden beğeneceğini anlıyorsun.
 

  • Kostümlerinle aran nasıl?

Eskiden daha çok dert ederdim kıyafetleri kendime, kimseye bir şey söylemez giymeye devam ederdim ama kendimi rahatsız hissederdim belki de içlerinde. Artık giyiyorum ve çıkıyorum. Hiç sorgulamıyorum. İnanmak çünkü bence asıl mesele.
 

  • 10 senedir bu sektörün içindesin. Öne çıkan iş ya da karakterler hangileri senin için?

Pis Yedili’den sonraki işim olan Beş Kardeş’te kendimi çok iyi hissetmiştim. Bir de İstanbullu Gelin,
içinde bulunduğum en profesyonel ekipti. Zeynep çalışmayı hep çok istemiştim zaten, o heyecanla gitmiştim sete ve o heyecandan hiçbir şey kaybetmeyerek çıktım setten. Zeynep Hoca’nın bazı sözlerinin beni bir anda birkaç yıl ileri taşıdığını hissediyorum. Bir şeyi neden yaptığımı sorgulatan kısacık yorumlardı bunlar ama kendime bu soruları sık sık tekrarlayarak çoğu zaman doğru yolu
bulduğumu hissettim. Orada da iki karakterin arasına giren bir kızdım, kötü değildim ama aşıktım, izleyicilerden ilk defa çok az kötü yorum aldım. “Sen Özgür’ü oynuyordun değil mi? Karakteri sevmiyordum ama sen çok başarılıydın,” diyerek geliyorlardı yanıma.
 
 

  • Türkiye alternatif müzik sahnesinin önemli isimlerinden Kim Ki O’nun bir klibinde oynadın. Bu durum nasıl gelişti?

Okan (Urun) ve Melis’le (Tezkan) tanışıyordum ben, Biriken diye bir tiyatroları vardı, bir kolektif. Onlar Kim Ki O’ya bir klip çekeceklerini ve klipte benim oynamamı istediklerini söylediler, hemen kabul ettim çünkü severek dinlediğim bir gruptu. Ekin Saraç ve Berna Göl’ü Kadıköy’den tanıyordum zaten…
 

  • Çok güzel bir şarkı ve çok güzel bir klip.

Böyle işler yaptığında gerçekten nefes alıyorsun. Oyuncu olduğunu tekrar tekrar hissettiğin işler bunlar. Daha özgün olabiliyor, daha fazla fikri ortaya koyabiliyor, söz hakkı sahibi olabiliyorsun. Aidiyet gibi, tiyatro gibi…
 

  • Paçayı Kurtarmak’tan da bahsetmek istiyorum. Sezonun neredeyse sonunda oynadınız oyunu. Yeni sezonda da devam edecek misin?

Evet, bilinçli verilmiş bir karardı, dört oyun oynadık. Onur Şimşek oyunun yönetmeni, yazarı David Leon’un oyununu okumuş ve çok etkilenmiş. Tiyatroda bugüne dek hep asistanlık yaptım, sahneye çıkmaya korkuyordum açıkçası, iddialı geliyordu. Oyunu okudum ve çok etkilendim, şiir gibi bir oyun. Eylülün 15’i gibi de yeniden sahnelemeye başlayacağız.
 

  • Tek kişilik bir oyun, en zor yerden başlamışsın.

Oyun tek kişilik, canlandırdığım ise trans bir karakter. O yüzden Onur bana metni verdikten sonra düşünmek için biraz süre istedim. Dekor da yok. 70 dakika boyunca bir kadının, bir transın hikayesini anlatman isteniyor senden. Her açıdan çok riskliydi bu.
 

  • Ne zaman yazılmış oyun?

Yeni sayılır, 2009. Yazan kişinin kendi hikayesi olduğunu düşünüyoruz biz, kimse de ona sormamış. Oyunu yapmaya karar verdikten sonra yazarı David’le konuştuk, ona neler yapmak istediğimizi anlattık. İlk sorularından biri, “Aktör kim olacak?” oldu, bunda bir gariplik elbette ki yok, tek sorun Fransızca’dan çevirdiğinizde aktörü maskülen anlamda kullanıp kullanmadığını anlamamızdı. Erkek oyucu değil de bir kadın oyuncuyla çalışacağının altını çizdi Onur da. Türkiye’de bugüne kadar trans bireyleri hep erkek oyuncular canlandırdı. David de çok şaşırdı, çünkü oyun daha önce pek çok yerde, defalarca sahnelenmiş olmasına rağmen hiçbir zaman bir kadın tarafından oynamamış, ama onun da çok hoşuna gitti bu fikir ve destekledi.
 

  • İzleyebildi mi oyunu David?

Hayır, bu dört oyuna yetişemedi ama yeni sezonda gelecek.
 

  • Nasıl bir hazırlık süreci geçirdin?

YouTube’da pek çok video izledim. Özellikle de Af Örgütü’nün sayfasına girerseniz orada yüzlerce video bulabilirsiniz. LGBTİ bireylerin hikayelerini paylaştıkları videolar var. Bazıları çok acı hikayeler, ama bir yandan da çok ilham verici.
 

  • Sesinle ilgili bir şey yaptın mı?

Hayır, çünkü 70 dakika boyunca o sesi taşımak çok zor, o yüzden olduğu gibi bıraktım. Yapabilen illa ki vardır, ama ben bu riski almayı istemedim.
 

  • İyi ki oynamaya karar vermişsin…

Evet bu bir riskti, ama zamanlaması doğruydu, şimdi ben de, “İyi ki,” diyorum.
 
 
 
Yazı DENİZ TOKGÖZ
Fotoğraflar DENİZ ÖZGÜN
Styling NAZLI KAYRAN

İlgili Makaleler