Ezgi Mola ile Röportaj

  • Geçen hafta Maide’nin Altın Günü’nü izledim ve aklımdan çıkmıyor!

Bu film biz 80’ler çocuklarına o altın günlerini yaşadığımız için daha komik geliyor. Bunu çok konuştuk, “Yapalım mı yapmayalım mı?” diye, filmdeki görünümümle ilgili olarak da, “Ezgi, bunlar hem fiziksel hem ruhsal olarak hayatının en güzel günleri. Neden bu kadar çirkin bir kadını seçiyoruz ki?” dediler. Ama biz bu fikri sevdik ve geliştirmeye karar verdik.

  • Çekimde, altın gününe ışıklı tabelasıyla gelen şarkıcıya ne kadar güldüğümü anlatırken sevgili Hidayet Korkmaz bu durumun gerçek olduğunu söyledi bana.

Evet tabii, YouTube’a gir, ne videolar çıkacak gör bu konuda, inanamayacağın görüntüler var!

  • Netflix’te olması bambaşka bir izleyici kitlesine ulaşmanızı sağladı mı?

Hatırı sayılır bir gişesi oldu filmin, şimdilerde filmi yeni izleyen takipçilerden o kadar çok video alıyorum ki.

  • Çok eğlendiğin belli oluyor. Saçın ve makyajınla bambaşka birine dönüşmenin role girmeyi hızlandıran bir tarafı olduğunu düşünüyorum.

Sette beni normal halimle gören tanımıyordu. Sabah spor ayakkabılarım, sırt çantamla geldiğimde, “Pardon biz ötekine çok alıştık, sen ne kadar minikmişsin,” diyorlardı.

  • Zaten çok ufak tefek birisin. Ufak tefek mi?

Bunu duymak şaşırtıcı. Çocukluğumdan beri sınıfın hep en irisi olduğum için…

  • Kendinle çok barışıksın. Eski fotoğraflarını paylaşıp, “En iri bendim, benim bir kolum senin iki bacağından kalındı,” gibi yorumlar yapıyorsun mesela…

Onu hatırlatmaktan sakınmıyorum. Motivasyona ihtiyacı olanlar motive oluyor. Kilolu olduğu için kötü hissedenler hissetmemeleri gerektiğini görüyorlar. Bize öğretilmiş güzellik tanımları var, sanki o kalıpların içinde yaşamak zorundayız. Oysa önemli olan kendini nasıl hissettiğin.

  • Artık biraz daha duyarlı, bilinçli bir grup var bu konuda sosyal medyada, sözünü sakınmayan, doğru yönlendirmek için çabalayan ve kendini olduğu gibi göstermekten çekinmeyen.

Yıllardır, “Olduğunuz gibi güzelsiniz,” diyenler azınlıktaydı, ama artık insanlar her şeyin farkında. Fiziksel görünüm konusunu bu kadar gündeme taşıyanlar gerekli donanıma sahip olmayan insanlar. Birini dış görünüşüyle vurmaya çalışıyorsan zaten elinde yeterli bilgi olmadığı içindir. O fikirde ve ruh halinde olan insanlara, “İnşallah siz de sevilirsiniz,” demek geçiyor içimden.

  • Diyorsun da zaten…

Tabii, çok yazıyorum. Şimdi Erich Fromm’un Sevme Sanatı kitabını tekrar okuyorum. “Sevmek bir yeti midir yoksa ihtiyaç mı?” diye soruyor kitabın başında. Dün yine başladım okumaya. Sevmek kolay ama bir taraftan da zor eğer sana öğretilmemiş bir şeyse. İçgüdülerinle bir şey öğrenmeye çalışıyorsun, bizim coğrafyamız bunun için fazladan engeller atlayarak zafere ulaşılması gereken bir coğrafya. Bir jenerasyon öncesine kadar sevgi göstermek bizde ayıptı. Anneannelerimize, “Annen ya da baban hiç seni seviyorum dedi mi?” diye sorsak, “Hayır,” yanıtını alırız. Bizim annelerimizde bile, despotluk değil ama adına saygı denen bir mesafe, disiplin ve hiyerarşik düzende sevgi sözcüklerinin eksik kaldığı bir gelenek var. O konuda biraz talihsiz olduğumuzu düşünüyorum.

  • Ben senin de çok sevgi dolu bir ortamda büyüdüğünü düşündüm hep.

Bu benim her zaman pozitif bir yerde durmaya çalışmamdan kaynaklı, hayattaki seçimim. Ortada gerçekten insani bir noktaya basan bir dert yoksa pozitif kalırım. Hayatta gözümü döndüren şey yüz kızartıcı suçlardır, insana yapılan saygısızlık, birbirimize olan acımasızlığımız, şiddet… Bunlar gözümü döndürüyor.

  • Bir sesin olması güzel bir şey değil mi?

Takipçi sayım az ya da çok olsa da bunu yapmaya ömrüm boyunca devam ederim. Birlikte güzel olduğumuzu düşünüyorum. Sevgi bulaşıcı bir şey, aynı şekilde nefret de öyle. Bence iki yol varsa her zaman sevgi kazanmalı, ihtiyacımız olan tek şey bu çünkü. En nemrut günümüzde bir parça güleryüz her şeyi değiştiriyor.

  • İş çok önemli bence, kendimizi memnun eden bir iş çıkarmak çok önemli ya, beraberinde bir rahatlama getiriyor. Seçtiğin işler de bu anlamda hep seni tatmin eden gerçekten isteyerek yaptığın şeyler.

Kendime çok yakıştırdığım işler var. Odaklanıp çağırıyorum sanki. İçime sinmeyen hiçbir şeye, “Olur,” demiyorum. Benim hayatımda tam altı yıl önce her şey değişmeye başladı. Canım Ailem yeni bitmişti, çok güzel bir ivme yakalamıştık seyirciyle. “İyi ki yer aldım içinde,” dediğim işlerdendi. Sonrasında ise bir yıl çok buhranlı bir dönem geçirdim. Her şeyden bıktığım, eve kapandığım… O dönemden çıkınca artık bir şeylere karar verdiğimi hissettim. Kuki’yle mahallede yürüyüşlere çıktım, yediklerime dikkat ettim, sağlıklı beslendim, kendime ve bedenime emek vermeye başladım ve sonrasında da hayatım değişti.

  • Bartu Ben geçen yılın en sevdiğim işlerinden oldu. Senin de kısa ama harika bir rolün var orada. Bartu Küçükçağlayan’la beraber yazdınız diye düşündüm izlerken.

Hayır, her şeyi Bartu yazdı. İnanılmaz komik değil mi? Onun öyle bir kafası var ki, onu çok seviyorum. Gündelik paylaşımımız yok belki ama 100 yıllık arkadaşız sanki, öyle hissediyorum. Dizinin yönetmeni Tolga Karaçelik öyle güzel bir dünya yarattı ki hem Bartu Ben‘de hem Kelebekler‘de. Bir önceki filmi Sarmaşık‘da da hissetmiştim aynı şeyi. Çok yetenekli bir insan. Ve muhteşem bir film, oyuncular da çok iyi, hayranlıkla izliyorum yaptığı her şeyi.

  • Kelebekler de beni çok şaşırtan filmlerden oldu.

Gidelim Buralardan şarkısı başladığında hüngür hüngür ağladım.

  •  Sezen Aksu’nun en sevdiğin şarkısı Bu Gece mi gerçekten? Çünkü benim için de çok özel.

Biz Uğur Yücel ve Şebnem Bozoklu ile birlikte Açık Radyo Dinleyici Destek programlarından birine katılmıştık bundan birkaç sene önce ve orada herkes sevdiği şarkıları çaldı, benim de çaldıklarımdan biri Bu Gece oldu. Onno Tunç ve Sezen Aksu’nun inanılmaz bir altyapıyla aşkı birleştirdikleri bir şarkı. Bu kadar popüler olmasına da üzülüyorum bazen.

  • Alice macerası nasıl başladı senin için?

İçinde olduğum için acayip heyecan duyduğum bir proje. Çok mutluyum. Tiyatro mezunu olduğum halde çok fazla tiyatro yapmadım. En son Craft Tiyatro’da Enis Arıkan’la 10 11 12‘yi yapmıştık, 2018 mayısına kadar yaklaşık 90 oyun oynadık. Alice’te Enis’in de oynuyor olması fikri bir pozitif ayrımcılığa neden oldu. Yoksa ben pek istemiyordum.

  • Neden istemiyordun?

Daha çok kendimle alakalı sebeplerdi. Kendimi sahneye bir türlü yakıştıramamak gibi bir derdim vardı. Spor yapmak gibi, aktif bir şekilde sahnede yer almayınca, insana, “Yapabilir miyim?” kaygısı geliyor. Kameraya çok sıcak ve aşinayım ama tiyatrodan uzaktım. Ama Enis’in olması, İpek Bilgin’in yönetmesi, Craft sahnesinde olmamız beni etkiledi ve ikna etti. Bir yandan
Alice‘e de hazırlamış bizi farkında olmadan. Alice‘le bence bu yapının içerisinde Türkiye’de bir şeylerin öncüsü olduk.

  • İlk gecenizde izledim Alice‘i, seyirci olarak biz de heyecanlıydık, neyle karşılaşacağımızı hiç bilmiyorduk.

Alice‘le teknik olarak öyle çok şey ilk kez denendi ki. İzleyenler önümüzdeki sene bir daha gelmeli, mutlaka başkalaşacak ve daha da iyi hale gelecek. Çok seviyorum bu projenin içinde olmayı. Kraliçe’yi oynamayı. İlk VHS kasetim Alis Harikalar Diyarı’ydı. O kadar çok kiraladık ki sonunda annem, “Satın alalım biz bunu,” dedi. Benim de kendi harikalar dünyam vardı, aile içinde bir şey rahatsız ediyorsa, ben de o dünyaya kaçıyordum.

  • Kraliçe olarak çok güzelsin, kostümün, saçın, makyajın kusursuz. Her şey o kadar özenli oldu ki. En iyi kostüm, en iyi ışık tasarımcıları…

Yönetmenimiz Serdar Biliş muhteşem bir insan, bence Türk tiyatrosuna çok katkısı olan ve olmaya da devam edecek biri. Onunla çalışmak çok büyük bir şans. Yapımcılar BKM, Zorlu PSM, Ayşe Barım ve ID İletişim. Nisan Ceren’in ekibi de öyle zaten.

  • Sen herkesi güldürüyorsun, peki sen en çok kimlere gülüyorsun?

Benim arkadaşlarım çok eğlenceli. Tabii beklenen cevap Enis Arıkan, bir de onun kuzeni var. Birlikte de çok komikler. Kardeşime çok gülüyorum. Bir de Cem Yılmaz var tabii. Laf Lafı Açıyor programında izlemiştim, orta okula gidiyordum. O kadar çok gülmüştüm ki, “Kim bu adam? Nasıl bir insan?” demiştim. Yılmaz Erdoğan da beni çok güldürür. Onun duygusal bir tarafı da var tabii, ne kadar güldürse de şiir tadındadır.

  • Avon’la çalışmaya nasıl başladınız?

Benim Avon’la ilişkim çok eskiye dayanıyor. Avon Türkiye’ye 1992’de gelmiş ve annem 1993’te temsilcisi olmuş, şu an hala da temsilcisi ve ben hala sipariş vermeye devam ediyorum ondan! Avon’la 10 yaşından beri tanışıyorum yani, düşünün. Bütün komşular annemden alırdı ihtiyaçlarını o zaman. Hala da favori kokularım vardır o zamanlardan… Avon’un teklifi geldiğinde çok heyecanlandım çünkü ben makyaj yapmayı çok severim, hiçbir şey sürmesem rujumu, maskaramı sürer çıkarım evden her zaman. Bunu süslülükten değil, bana kendimi iyi hissettirdiği için yaparım. Avon’la çok iyi bir uyum yakaladığımızı düşünüyorum. Ürünlerini ve kalitesini bildiğim ve çok sevdiğim bir marka. Ayrıca çok tatlı bir ekibi var. Bir ailenin parçası olmuş gibi hissediyorum kendimi, fikirlerimi sunmama ve uygulamama fırsat veriyorlar, bana güveniyorlar.

  • Hissediliyor bu zaten, ne güzel.

Ben o maskaranın reklamında oynamıyorum, onu kendim sürüyorum, “Nasıl daha verimli olur?” görüyorum ve seyirciyle de öyle paylaşıyorum. Az önce size rujumu ne kadar çok sevdiğimi söylerken reklam yapmıyordum mesela (gülüyor).

  • Avon’un yeni lansmanı Rare Flowers Night Orchid’le ilgili hislerini de öğrenmek isterim, çekim günü tanıştık biz de ve çok beğendik.

Parfüm benim için hassas bir konu, bir imza. Bu parfümün temel notası olan sıra dışı siyah orkide bana kendimi çok özel hissettirdi. Anneler Günü için çok nadide bir hediye olacağını düşünüyorum ve bu parfümü hediye edeceğim birkaç kişi var aklımda.

Yazı: Deniz Tokgöz 
Fotoğraflar: Cihan Alpgiray
Styling: Nazlı Kayran 

İlgili Makaleler