Melis Sezen ile Röportaj

Havanın kasım ayı için fazla sıcak olduğu bir sabah, ekip olarak dış mekanda gerçekleştireceğimiz çekim için bir araya geldik. Melis bir gece önce İzmir’deki setten gelmiş olmasına rağmen enerjik ve çok
güleryüzlüydü. Gün boyunca çekimde giyeceği kıyafetlerden makyaj görünümlerine kadar her detayla ilgilendi. Bunu iş olarak görmediği, sürecin her anından keyif aldığı belliydi. Henüz 22 yaşında olmasına rağmen kariyerine çok sayıda film ve dizi projesini sığdıran oyuncuda en çok dikkatimi çeken canlandırdığı karakterlerle kurduğu yakın ilişki ve onlardan sanki arkadaşlarıymış gibi bahsetmesi oldu. Akşama doğru yüzünü gösteren bulutlar ve hafif bir yağmurun ardından günleri Urla ve İstanbul arasında mekik dokuyarak geçen Melis’le kahve eşliğinde karşılıklı oturduk ve biraz da durmanın keyfine vardık…
 

  • Oyunculuğa küçük yaşta, ailenizin desteğiyle başladınız. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde tiyatro eğitimi aldınız, şu anda da Koç Üniversitesi’nde Medya ve Güzel Sanatlar bölümünde okuyorsunuz. İşin eğitimini almak sizi setlere hazırladı mı?

Beşinci sınıfa giderken bir drama dersimiz vardı. O zamanki öğretmenim aileme, “Oyunculuğu bırakmasın, tiyatroya başlasın,” demiş. Müjdat Gezen’de ilk temel eğitimi aldım; sahnede nasıl duracağımı, ses ve diyafram kontrolünü… Orada başlayıp liseye kadar da devam ettim. Tiyatroyu, sahneyi çok sevsem de asıl isteğim kamera önüne geçmekti. Oyuncu her yerde oyuncudur tabii ama kamera önünde teknik açıdan farklı şeyler öğreniyorsunuz. Hayat Bazen Tatlıdır ilk dizimdi, şanslıydım çünkü yönetmenimiz Hamdi Alkan’dı. Hepimiz yeniydik, o aynı zamanda bize oyuncu koçluğu yapmış oldu. Önceleri tiyatrodan geldiğim için daha büyük oynuyordum, abartılı mimikler, tepkiler… Kamerayı, seti ilk defa gördüğüm için orası ders gibi oldu bana. Gözümün içiyle oynamayı, duyguyu gözlerimle vermeyi öğrendim.
 

  • Hayat Bazen Tatlıdır, Siyah İnci, bağımsız bir film olan Tilki Yuvası, Şampiyon Bold Pilot, Dünya Hali, Leke, Mucize 2 ve şimdi Sevgili Geçmiş. Arada kaçırdığım oldu mu bilmiyorum bile! Canlandırdığınız karakterler arasında sizi en çok zorlayan hangisi oldu?

Bir de Onur Ünlü’nün yönettiği tek bölümlük İçten Sesler Korosu var. Leke’deki Yasemin karakteri beni zorladı. Psikolojik olarak içine girmesi zor değildi ama işaret diliyle oynamak hem çok zor hem de çok güzeldi. Öncesinde çok çalıştım. Dil akıcı olmalıydı, önce onu oturtmak daha sonra oyunu ve duyguyu çalışmak gerekiyordu çünkü işaret dilini düşünürken duyguyu çıkaramıyordum.

  • Ondan bahsedecektim ben de. Okulunuzda işaret dili eğitimi almak istemişsiniz ve üzerine Leke dizisinde hayatını işitme engelli kardeşine adayan Yasemin’i canlandırdınız. Resmen isteğinizi evrene yollamışsınız!

Ben de evrenden çağırdığımı düşünüyorum! Zaten öğrenmek istiyordum, hocama aynı zamanda oyunculuk yaptığımı söyledim, “İleride böyle bir rol de gelse ne güzel olur,” dedim. Bir dönem dersini aldım. İşaret dili yabancı bir dil öğrenmek gibi, pratik yapmayınca köreliyor. Çok özeldi benim için. Herkesin bilmesi gerektiğini düşünüyorum, zorunlu eğitim olarak verilmeli hatta. Bazen insanlar kullanmayınca ya da çevrelerinde karşılaşmayınca yeterince farkında olmuyor.
 

  • Kesinlikle… Sevgili Geçmiş dizisinde Deren Kutlu karakterine hayat veriyorsunuz. Zengin bir aileye evlatlık verilmiş, tıp fakültesinden iyi dereceyle mezun olmuş çok başarılı bir kız. Sizi onda çeken özellikler neler oldu?

Deren çok mükemmelliyetçi bir kız, bu da yetişme biçiminden ve annesinden, daha doğrusu üvey annesinden kaynaklanıyor. Çok soğuk, katı bir kadın ve Deren henüz çocukluğunda anne sevgisi tatmadığını, kardeşine gösterilen ilginin kendisine gösterilmediğini fark ediyor. Üvey annesi de mükemmelliyetçi olduğu için onun sevgisini kazanabilmenin yolunun her şeyi en iyi şekilde yapmak olduğunu düşünüyor. Takdir görmeyi sevgiyle eş değer tutuyor. Kendine katı kurallar koyuyor hayatta, hata yapma lüksü yok, kırılganlığını saklamaya çalıştığı için de soğuk, mesafeli duruyor. Duvarları var, kimseyle flört bile etmemiş daha önce. Diğer kızlar geldiklerinde kardeşim diye sarılıyorlar birbirlerine, o elini uzatıyor mesela. Senaryoyu okuduğumda beni onda en çok çeken içinde sakladığı duygusallığı, tek isteğinin sevgi oluşu Kardeşleriyle ve Kenan’la tanıştıktan sonra yavaş yavaş sevginin ne demek olduğunu öğreniyor. Aşık olması onun için dönüm noktası. İlk defa birine bir şeyler hissediyor ve Kenan karakteri kasabalı bir çocuk olduğu için samimi tavırları var. Sevgiye aç olan Deren, bu şekilde bir dönüşümden geçmeye başlıyor.
 

  • Deren kalıplarını yıkmak zorunda kaldı, bunu zor bir şekilde öğrendi. Siz onun yerinde olsanız nasıl davranırdınız?

Belki de bu kadar büyük bir şey olmasaydı Deren kalıplarını hiçbir zaman yıkamayacaktı. Bu onun kendini keşfetme yolculuğu. Bu yolculuk etkiledi beni. Dizide her karakteri elementlerle kodladık, Deren’i de suya benzettik. Dalgalanmaları var, zaten sinirini atmak için de hep yüzüyor. Kıyafetlerde de maviyi çok kullanıyoruz. Ben de onun yerinde olsam aynı tepkiyi verirdim. Kolay kabul edemiyor bu durumu. Ben de yapamazdım, düşünsenize 25 yıl boyunca yaşadığınız hayatın tamamen yalan olduğunu öğreniyorsunuz…

  • Kalabalık, genç bir kadronuz var. Ekip olarak nasıl anlaşıyorsunuz?

Klişe olacak ama set gerçekten çok keyifli. Ece Uslu ve Emre Kınay gibi usta oyuncular da var. İzmir’de çekiyoruz, hem herkes çok sıcak hem de hala yaz yaşanıyor orada. Çok iyi arkadaş olduk, birlikte eğleniyoruz ki bu da çok önemli.
 

  • Dizinin çekildiği yerlerden biri Urla’daki Kuşçular Köyü ama dizide Güneşli Bahçe olarak geçiyor. İnsanların tepkisi nasıl, seti ziyaret ediyorlar mı?

Urla’yı, insanlarını çok sevdik. Sanat Sokağı diye bir yer var, kesinlikle görülmeli. Oradaki bütün lokantalarla, çalışanlarıyla arkadaş olduk. Bize çok yardımcı oluyorlar. Setimiz haftanın altı günü, biz en az üç gün orada oluyoruz. Alaçatı’da güzel, bahçeli bir ev tuttuk, gidip geliyoruz.
 

  • Mucize 2 filmi 6 Aralık’ta vizyona giriyor. Tesadüfe bakın ki daha önce Şampiyon Bold Pilot’ta olduğu gibi burada da Fikret Kuşkan’ın kızı Beren karakterini canlandırıyorsunuz. Filmin kadrosuna nasıl dahil oldunuz?

Beren, Deren, karakterlerimin adı hep benzer bu aralar (gülüyor). Deneme çekimi için verdikleri metni okudum, karakteri çok sevdim. Seçmelerde o kadar heyecanlıydım ki, çıktığımda olmadığını düşündüm ama olumlu döndüler. Mahsun Kırmızıgül’le çalışmak zaten hep hayalimdi. Bir kez daha Fikret Kuşkan’ın kızıyım, filmin 70’ler kısmında varım. Beren 19 yaşında, Foça’da büyümüş, tam bir Ege kızı. Cıvıl cıvıl, çok tatlı, seveceksiniz.

  • Deneyimli isimlerle çalıştınız, çok şey öğrenmişsinizdir…

Çok! Mahsun Hoca’dan duygunun bütün olduğunu öğrendim, bir hikaye anlatırken her şeyiyle yaşıyordu. Fikret Kuşkan’ın iki kere kızını oynama şansını yakaladığım için de çok mutluyum, çok severim onu. Mucize 2’de özel bir sahnemiz var mesela, benim bir noktada dikkatim dağıldı, gerildim. O anlık kopuşumu hissetti, beni yakaladı ve gözümün içine baka baka verdi bana oyunu, tekrar aldı içeriye. Onun da hep söylediği bir şey vardır; “Hiçbir zaman oldum demeyeceksin, her zaman daha iyisi olabilir, hep çalış, üstüne koy, öğrenmeye açık ol,” der. Büyük örnekler, onlardan ne kadar çok şey öğrenebilirsem o kadar kar.
 

  • Bu yoğunlukta zaman yönetimi konusunda nasılsınız?  Boş zamanlarınızda neler yapmaktan hoşlanırsınız?

Set çok yoğun, okula şu anda devam edemiyorum. Boş zamanlarımda Latin dansları yapmayı seviyorum; salsa, bachata, Arjantin tango ve çok az da Kizomba yapıyorum, o da tango ve bachata’nın karışımı diyebileceğimiz bir tür. Latin dans gecelerine katılmayı da çok seviyorum. Hatta geçenlerde İzmir’de kaldığımız otelde buldum. Afişi görünce sordum, tam da o akşammış. Bütün gece dans ettim, çok keyifliydi.
 

  • Demek ki yorgunluğunu hareket ederek atanlardansınız. Durduğunuzda neler yapıyorsunuz peki?

Evet, öyleyim. Kitap okumayı da çok severim, benim için bir meditasyon. En son Akilah Azra Kohen’in Aeden kitabını okudum, çok güzeldi. İki karakter var orada, Numi ve Sonje. Numi’den çok etkilendim ben, onun da saçları kızıl, beyaz tenli benim gibi (gülüyor). Emily Bronte’nin Uğultulu Tepeler’ini de çok severim.

  • Yazı yazdığınızı da okumuştum. Ne üzerine yazıyorsunuz?

Aslında oturup “Yazayım” demiyorum ama başladığımda akıyor gidiyor. Kimseyle paylaşmıyorum, kendi kendime yazıyorum, bir senaryom da var. Bilinç akışı tekniğini seviyorum, örneğin hocamız bize proje olarak Fahriye Abla şiirini verip ondan esinlenerek bir şeyler yazın demişti. Bir de geçen yüzyıllarda şifacı kadınların cadı olarak yakıldığı bir hikaye vardı, onun bir de tablosunu yaptım ama yarım kaldı…
 

  • Resim mi yapıyorsunuz?

Tamamen hobi olarak yapıyorum. Küçükken de resim dersine gidiyordum, yazmaktan çok resim yaparım ben.
 

  • Sinema ve dizi oyunculuğunu bir arada sürdüren biri olarak ikisinin hangi farklı yönlerini seviyorsunuz?

İkisini de çok seviyorum. Sinemada karakter üzerinde daha çok çalışma fırsatınız oluyor genelde. Her sahne üzerinde daha çok durabiliyorsunuz, bunu seviyorum. Dizide ise bilinmezliği seviyorum. Karakteri gelecekte neyin beklediğini, neye dönüşeceğini bilmiyorsunuz ve onunla birlikte bir yolculuğa çıkmış oluyorsunuz. Genel hikayeye hakimsiniz ama yolda çok şey değişebiliyor. Hayat gibi. İzlediği yol güzelse onunla birlikte yol almak hoşuma gidiyor. Bir de durmadan üretmeyi seviyorum. Sürekli bir antrenman gibi oluyor.

  • Keşke ben canlandırsaydım dediğiniz bir rol var mı peki?

Siyah Kuğu’da Natalie Portman’ın canlandırdığı Nina. Psikolojik olarak çok sağlam bir karakter.

  • 15 saniyelik videolar yayınlayan Scorp uygulamasının kurulma evresinde varmışsınız, okuduğunuz bölüm de medya üzerine. Bu vesileyle sosyal medyayla aranızın nasıl olduğunu sorayım. Takipçi sayınız arttıkça paylaşımlarınız değişim gösterdi mi?

Scorp projesini ilk anlattıklarında çok heyecanlanmıştım, “Ben de mutlaka olmalıyım,” demiştim. İlk yüzü oldum hatta. Sosyal medyayla aram kötü değil ama çok aktif kullanmıyorum. En fazla kullandığım platform Instagram. Bir gün üst üste on tane hikaye paylaşıyorum, sonra bir bakıyorsunuz günlerce hiçbir şey koymuyorum. Tamamen ruh halime göre değişiyor. Takipçi sayıma göre hiç değişmedi tarzım,
hala olduğum gibiyim.
 

  • Oğlak burcusunuz. Burçlara inanır mısınız, taşır mısınız özelliklerini?

İnanırım, özelliklerini de taşırım. Evrenin bir bütün olduğuna inanıyorum. Bu nedenle gezegenlerin hareketleri, Ay tutulması, Güneş tutulması, kısaca bu evrendeki her şeyin, her canlının bütünlüğüne inandığım için hepsinin etkileşimde olduğunu düşünüyorum. Her şey bir enerji. Benim yükselenim de balık. Balık çok duygusal, oğlak ise sorumluluk sahibi, disiplinli ve çok inatçıdır, orada tezatlar oluyor. Hem birbirlerini dengeliyor hem de çatışıyorlar.

  • Kamera önünde olmak, set ışıkları ve yoğun makyaj zor olsa gerek. Cildiniz çok güzel. Bakım ritüelleriniz var mı?

Çok teşekkür ederim. Set dışında neredeyse hiç makyaj yapmam. Severim aslında makyajı, hatta özel zamanlarda kendim de yaparım, sette izleye izleye öğrendim. Benim cildim kuru, neme çok ihtiyacı oluyor. Set makyajıyla ister istemez yoruluyor ve daha da kuruyor. Kiehls’ın temizleme jeliyle yıkıyor, toniğiyle silip nemlendiricisini sürüyorum. Bol bol nemlendirmeye çalışıyorum.
 

  • Modayla aranız nasıl peki? Özellikle takip ettiğiniz markalar, tasarımcılar var mı?

Tam bir Saint Laurent kızıyım! Her parçasına bayılıyorum, zaten daha sade ve şık stillere yönelirim. Dolce & Gabbana’nın Akdeniz esintileri de çok hoşuma gidiyor.
 

  • Yılın son sayısını sürdürülebilirliğe, doğa bilincine ayırdık. Bu konu hakkında neler düşünüyorsunuz, sizce farkındalığı artırmak için neler yapılmalı?

Burçları konuşurken her şeyin bütün olduğuna inanıyorum demiştim ya, biz bunu çoktan unuttuk. Sanki bu doğa, çevre bize tüketmemiz için verilmiş ve biz de sorgulamadan her şeyini tüketiyoruz. Ben artık her konuda bu farkındalığın doğmaya başladığını düşünüyorum. Denizleri temizlemek olsun, çevremizi yeşillendirmek olsun… Doğaya zarar verdiğinizde kendinize de vermiş oluyorsunuz. Çevreyi en çok kirleten sektörlerden biri moda olduğu için bu farkındalığı yaratmak, bilinci değiştirmek çok önemli. Tüketim çılgınlığı her sektörde. Teknoloji inanılmaz gelişti, şehirde yaşayan insanların çoğu kapalı kutuların içinde. Bunlarla birlikte teknolojiyle yaşadığı için bahçedeki maalesef küçücük bir alanda kalmış o bir ağacı bile fark etmiyor insanlar bazen. Büyüme evresinde farkındalıkla yetişsek, doğaya saygıyla, bütün olmakla büyüsek her şey daha farklı olur.
 
 
Yazı EYLÜL SOLAKOĞLU
Fotoğraflar ERMAN İŞTAHLI
Styling NAZLI KAYRAN

İlgili Makaleler