Sedef Avcı ile Röportaj

Uzun yıllardır sektördeki istikrarlı duruşuyla takdir toplayan Sedef Avcı şimdilerde LENZING™ ECOVERO™’nun marka dostu kimliğiyle karşımızda. Avcı’yla hayatı, kariyeri ve sürdürülebilirlik hakkında sohbet ettik.
 
Sedef Avcı, disiplinli ve çalışkan biri. Dakik, özenli. Demirciköy’de, üstelik zorlu şartlarda gerçekleştirdiğimiz çekim boyunca modu asla düşmüyor, profesyonelliğinden hiç ödün vermiyor. Set sırasında gerçekleştiremediğimiz röportajı yapmak için Sedef Avcı’nın 22 senelik menajeri Gaye Sökmen’in Levent’teki ofisinde buluşuyoruz birkaç gün sonra. Çekimi başarılı bir biçimde tamamlamanın rahatlığı var üzerinde. Her zamanki gibi kibar, sıcakkanlı, içten. Karşısındakine güven veren, huzurlu hissettiren bir duruşu var. Bu sene okula başlayan oğlu Can ve 19 yıllık hayat arkadaşı Kıvanç Kasabalı’dan bahsederken gözlerinin içi gülüyor. Bir süredir televizyon ekranından uzak olan Sedef Avcı son dönemlerde LENZING™ ECOVERO™’nun marka dostu olarak karşımızda. Avcı’yla sosyal medyadan anneliğe, mutlu evliliğin sırrından çevre duyarlığına uzanan sohbetimiz sıcaklığını siz de hissedeceksiniz.
 

  • Mayısta Payitaht Abdullah bitti. Yakında sizi yeni bir projeyle izleyebilecek miyiz?

Görüştüğüm yeni işler, okuduğum senaryolar var ama henüz netleşen bir durum yok. Bu sene televizyonda sistem biraz daha değişik işliyor. Can bu yıl ilkokula başladığı için ben de ağırdan aldım. İlk günlerinde onun yanında olmak istedim. Önemli bir geçiş dönemi çünkü.
 

  • Sizi hep dönem dizilerinde izledik, bundan sonra nasıl bir rolde oynamak istersiniz?

Neredeyse tüm dönemleri oynadım. 40’lar, 70’ler, Osmanlı… Komedide de yer aldım, dram işlerinde de… Bu noktadan sonra önemli olan güzel bir senaryo ve iyi bir ekip. Kaliteli, akıcı bir senaryoya sahip, benim ve izleyicinin seveceği, tekrara düşmeyen bir iş olursa tercih ederim.
 

  • İş konusunda akıl danıştığınız birileri var mıdır?

22 senedir Gaye Sökmen Ajans’tayım. Beni ailem kadar, hatta onlardan bile iyi tanıdıkları için nerede nasıl mutlu olabileceğimi, neyi sevebileceğimi, neye uygun olduğumu çok iyi biliyorlar. Dolayısıyla işle ilgili en çok buradaki arkadaşlarıma danışırım. Onların senaryoya dair öngörüleri de diğer insanlardan farklı oluyor.
 

  • Çalışmadığınız zamanlarda vaktinizi nasıl değerlendirirsiniz? Kaçta uyanır, neler yaparsınız?

Servis 7.50’de geliyor valla (gülüyor). Tabii ki Can’a endeksli bir günlük rutinim var. Onu uğurladıktan sonra spora gidiyorum. Müsait bir arkadaşım la buluşuyorum. Evde oluyorum. Kendime vakit ayırıyorum.

  • Hangi sporu yapıyorsunuz? Yediklerinize de dikkat eder misiniz?

Sadece pilates yapıyorum. Sırtımda skolyozum var. Ağrım oluyor. Zayıflamak için spor yapmıyorum, sadece kendimi daha dinç ve sağlıklı hissetmek için spora gidiyorum. Beslenmeme ise hiç dikkat etmiyorum. Şimdi benden nefret edecekler ama böyle. Niye bilmiyorum ama özellikle doğum yaptıktan sonra metabolizmam daha hızlı çalışmaya başladı. Uzun süreli bir diyet hiç yapmadım ama Can doğmadan önce dikkat ettiğim dönemler oluyordu. Yapı olarak da abur cuburu fazla seven bir tip değilim ama tatlı severim mesela ya da hamburger ve patates kızartması yerim. Sürekli de acıkan biriyim, hemen tansiyonum düşüyor. Düşünce gücüyle kilo veriyorum galiba (gülüyor). Tirodime baktırdım, çok şükür yokmuş bir şey.
 

  • Mutfakta olmayı, yemek yapmayı sever misiniz?

Eskiden daha iyiydim. Can’ın doğumundan sonra evde yardımcımız olduğu için biraz boşladım. Aslında o da ayrı bir keyif ama daha nadiren giriyorum mutfağa. Can’ın ev sevdiği yemek mantı ve evde açıyoruz. O da tıpkı benim gibi yatana kadar sürekli yiyor ve inanılmaz zayıf.
 

  • İstanbul’da kaçmayı sevdiğiniz semtler ya da mekanlar var mıdır? Ben Kandilli’de Suna Abla’ya kaçarım mesela…

Güzel bir tespit. Ama nereden bildin (gülüyor)? Üç sene kadar Kandilli’de oturdum ben. Suna Abla’yı çok severim ben de. Gün batımında şahane olur. Nokta atışı bildin koca İstanbul’da sevdiğim yeri. Onun dışında evime daha yakın bir semt olan Moda’yı çok seviyorum. Biraz kalabalık oluyor elbette.
 

  • Basketbol maçlarını da hiç kaçırmadığınızı biliyorum. Nasıl merak saldınız basketbola?

Fenerbahçeliyim. Eskiden merakım yoktu. Can doğduktan basketbola ilgi duymaya başladım. Kombine aldık. Kıvanç çok seviyordu. Eskiden oynuyormuş zaten. Önceden bir kere bile maç izlemişliğim yoktu. Futbol da sevmem zaten. Gittikçe keyifli gelmeye başladı. Sonra bir anda içimden bir fanatik çıktı ortaya. Ben de anlayamadım (gülüyor). Şimdi sürekli gidiyoruz. Can önceleri sunan kişinin sesinden korkuyordu. Sıkılıyordu. Ancak o sırada demek ki kafasına o bilgileri depolamış, geçen sene bir anda yorum yapmaya başladı. Oynamak istedi. Bütün oyuncuları numaralarıyla biliyor. Basketbola da başladı. Enerjisini atmak için oynaması hoşuma gidiyor.

  • Baleye olan aşkınızı biliyorum. İçinizde ukde kaldı mı bale?

Dokuz sene kadar bale yaptım ama kemik yapım müsait olmadığı için bırakmak zorunda kaldım. “Keşke yapabilseydim,” dediğim bir o var. Parmak ucuna kalkabilmek için ayakta bir kemik olması gerekiyor, bende o kemik yok. O yüzden bale içimde bir ukde. O yıllarda klasik müzik kasetleri çok yoktu. Babam iş seyahatine gittiğinde bana yurt dışından getirirdi. O kasetler benim için o kadar önemliydi ki. AKM’ye bale izlemeye götürürdü beni annem. Eve döndüğümde, küçücük odamda, o kasetleri koyup sahnede izlediğim balerinlerin yaptıklarını taklit etmeye çalışırdım. O kadar heyecan verici bir şeydi ki…
 

  • Hayatta istikrar sizin için ne kadar büyük bir önem taşıyor?

Gaye Abla (Sökmen) 15 yaşımdan beri yani 22 senedir hayatımda. Kıvanç’la 23 yaşımdan beri evliyim.
Uzun ve istikrarlı ilişkiler kuruyorum.
 

  • Can artık altı yaşında. Nasıl bir çocuk?

Öncelikle hareketli bir çocuk. Hem de çok (gülüyor)! Geçenlerde veli toplantısına gittim. Öğretmenlerin odalarını geziyorsun tek tek. Her girdiğim odada öğretmen, “Can Kasabalı, evet, biraz hareketli,” dedi. İstisnasız hepsi. Sosyal bir çocuk. Evet yoruluyorum ama durağan bir çocuk olmasını da istemezdim. Onun enerjisi bizi de yükseltiyor. Güvendiği bir ortamdaysa kendini inanılmaz açan, sosyalleşen bir çocuk. Tespitleri de doğru bence. Ortamdaki insanların arasından iyilerini seçiyor. Çok duygusal bir çocuk. Yaşından, boyundan büyük, bilgece laflar ediyor bazen. Bizim çocukluğumuzdaki halimizden farklı zaten şimdiki çocuklar. Biz çocuksuyduk. Şimdiki çocuklar sanki her şeyin farkında, bilincinde. Biz ebeveynler de onlara yetişkin gibi davranıyoruz. Her şeyi detaylı anlatıyoruz.
 

  • Annelik size ne öğretti, neyi değiştirdi sizde?

Klasik olacak ama hayatımdaki öncelikler değişti. Çocuktan önce
evlilik flört gibi. Evlilik çocuktan sonra başlıyor gerçek anlamda. Çünkü düzenin değişiyor. Ne kadar kendi hayatına çocuğu adapte etmeye çalışsan da ister istemez sen de onun hayatına adapte oluyorsun. Senin yörüngende ilerlemiyor olaylar. Okulu var, sağlığı var. Önceliklerin değişince sosyal hayatın da değişiyor. Görüştüğün insanlar değişiyor. Çok keyifli ama çok sorumluluk getiren bir durum. Gerçek anlamda tek mesul olduğun kişi evladın oluyor. Bir yere kadar tabii. Şimdi sana muhtaç ama sonra bir gün gelecek, kopup gidecek sonra yine yalnız kalacaksın. Böyle düşününce insan garip hissediyor. Bazen Can gece yanımıza gelmek istiyor, ben de kendi odasında uyusun istiyorum. “Anne sen de odama gel,” diyor. “Sen bir büyü o odayı kilitlemeye çalış, zorla gireceğim,” diye geçiriyorum içimden.

  • Birlikte nasıl vakit geçiriyorsunuz?

Can sokakta olmayı seviyor. Parka gidip sürekli top oynamak istiyor. Ben de kendimi geliştirdim bu konuda. Arkadaşımın düzenlediği çocuk kamplarına gidiyoruz. Doğanın içinde oluyor, yeni beceriler geliştiriyor. İnternetten uzak kalınca yaratıcılıkları ortaya çıkıyor çocukların.
 

  • Evin içinde Kıvanç Bey’le ebeveynlik açısından nasıl bir görev dağılımı var? İyi polis kim, kötü polis kim?

Duruma göre değişiyor. Aslında kural koyan ben gibi gözüksem de Kıvanç’ı otorite figürü olarak benimsiyor. Onun sözlerini dinliyor daha çok. Benim yumuşak karnımı biliyor.
 

  • Can sizi ekranda izliyor mu? Nasıl tepki veriyor?

Bugüne kadar çok fazla göstermedik. Reklamlarda gördü ama daha dizi izlemediği için çok görmedi bizi. Bir keresinde tam uyku saatiydi, yatıyordu, Kıvanç’ın dizisine denk geldik. Saçma sapan bir sahne gördü. Kıvanç dayak yiyordu. O kadar sakla sakla buna denk gel. Sonrasında çevirdik tabii durumu. Oyun yaptılar baba oğul kendi aralarında. Komik videolar çektik.
 

  • Uzun yıllardır süren bir evliliğiniz var. Mutlu evliliğin sırrı sizce ne?

Her çiftin formülü farklıdır, eminim. İlişki bir denk gelme meselesi. Biriyle tanışıyorsun. Sonra aşık oluyorsun. O aşk sevgiye dönüşüyor. O sevgi zaman içinde artıyor, azalıyor. Mütemadiyen aynı düzeyde kalma olasılığı yok. 19 seneden bahsediyoruz. 37 yaşımdayım. Düşünün benim ömrümün yarısı. Bunu dengede tutmak her zaman kolay değil. Hiç tartışmıyoruz diyemem. Birbirinin alanına saygı duydukça sevgi de yaşıyor. Uzun ömürlü oluyor ilişki.

  • Merkür retrosuyla igili paylaşımınız çok konuşuldu. Instagram’la aranız nasıl?

Evet o kadar çok haber yapıldı ki bu konuda ben de fikrimi paylaşmak istedim. Eskiden kahve falına bakıyorduk şimdi hayatımızı yıldızlara göre mi yönlendiriyoruz anlamıyorum ki. Kime sorsam, “Ay çok kötüyüm, Merkür retrosu bir bitmedi,” diyor. “Yeter,” dedim. Ne zamandır Merkür’e göre yaşıyoruz? Instagram’a ilk girdiğimde tamamen sosyal bir ortamdı. Şimdi iş yaptığım bir mecra haline geldi. Düzenli bir şekilde kullanıyorum çünkü bir iş alanı benim için. Hayatımızdan çaldığı kesin. Bir şey izlerken bakıyorsun, kitap okurken arada elin gidiyor. Biraz kopmak da lazım. Dipsiz bir kuyu çünkü.
 

  • Uğuruna inandığınız bir nesne var mı?

Bir cüzdanım var. Çok sevdiğim bir abimin hediyesi. Bereketi olduğuna inanıyorum. Bir ara cüzdanımı değiştirmiştim. Sonra geri dönmeye karar verdim. Gerçekten de cüzdanımı değiştirdiğim gibi bereket geri geldi.

  • Uzun yıllardır bu sektördesiniz. Ünlü olmak nasıl bir his?

Mesleğimin getirdiği bir durum, bu işin bir parçası. Anadolu Yakası’nda oturuyorum. Yaşadığım yerde mahallenin kızı gibi görüyor insanlar beni. Komşularıyım yani.
 

  • Peki sosyal medya üzerinden gelen kötü yorumlarla nasıl baş ediyorsunuz?

O cümleleri hayatımın içine katıp kendimi kötü etkilemiyorum. Kimse kimseyi sevmek ya da beğenmek zorunda değil. İyi yorumlar olduğu kadar kötü yorumlar da olacak. Ancak bazen sosyal medyayı insanlar serbest kürsü gibi görüp hakaret boyutuna varacak cümleler sarf ediyor. O zaman iş çirkinleşiyor.
 

  • Çok sakin bir insan gibi görünüyorsunuz uzaktan bakıldığında. Sizi ne sinirlendirir?

Sakin biriyim elbette. Ancak işime ve düzene önem veriyorum. Karşımdaki kişilerin de aynı şekilde özverili olmasını, titiz davranmasını bekliyorum. Herkesin görevini gereği gibi yapmadığı durumlarda sinirleniyorum. Eskiden daha zor sinirleniyordum. Daha çekingendim. Ayıp olmasın diye susuyordum. Tahammül sınırım artık iyice aşağıya indi.
 

  • Siz neler izlemeyi seversiniz? Evde ne açıktır televizyonda?

Çizgi film (gülüyor)! Basketbol maçı ve çizgi film izliyoruz çoğunlukla. En son Kominsky Method ve Call My Agent’ı izledim. Bizim hayatımızdan da ortaklıklar taşıdığı için sevdim. Bu ara daha çok kitap okumaya çalışıyorum. Bu ara psikoloji ve çocuk gelişimi üzerine okuyorum. En son Adem Güneş’in Bırak ve Rahatla adındaki kitabını okudum. Hayatımız çok hızlı ve yorucu. Zamanı tutamıyorsun. Bana bir gün 24 saat değil de daha kısa gibi geliyor. Hiçbir şey yapmadan gün bitiyor. Hiçbir şeye yetişemiyormuşum gibi… Günler kısaldı da bize mi söylemiyorlar (gülüyor)? Dolayısıyla akışına bırakmaya, kendimi rahatlatmaya çalışıyorum.
 

  • Dünyada ve Türkiye’de sürdürülebilir moda giderek yaygınlaşıyor. Sizce sürdürülebilirlik neden önemli?

Biz doğaya yakın yaşayan son nesiliz herhalde. Şu an her yer beton. Yeşillik yok denecek kadar az. Nefes alamıyoruz aslında. Hava kirliliği, betonlaşma, yeşilin yok olması çocuklarımızı doğrudan etkiliyor. Çocuklarınızı açık havada gezdirin,evde kapalı kalmasın diyor uzmanlar. Bu sefer de
egzoz kokusundan zehirleniyorlar. Doğaya saygılı  bir insanım ve çocuğumu da öyle yetiştirmeye çalışıyorum. Doğaya dönmemiz gerekiyor çünkü zaten oradan geldik. Bizi var eden, nefes aldıran bir şeyi öldürürsek biz de nefes alamayız. Mümkün olduğunca sürdürülebilirliği ve geri dönüşümü olan ürünleri hayatımda tercih etmeye çalışıyorum. Evde plastikten uzak durmaya çalışıyorum. Giyimimde
de artık bu konuya dikkat ediyor, sürdürülebilir kaynaklardan üretilen, su tüketimi minimumda olan kıyafetler tercih ediyorum. Eskiden daha lüks gibi geliyordu. Şimdi yaygın şekilde kullandığımız markalar da sürdürülebilirlik konusunda hassas. Sürdürülebilir elyaftan üretilen giysileri kullanarak doğaya daha az zarar vermeye çalışıyorum. Çünkü böyle bir kumaşın doğada çözünme süresi diğer malzemelerden çok daha kısa sürüyor. Tercihlerinizi hep doğal ve sürdürülebilir kaynaklardan yaptığınızı sosyal medyadan biliyorum.
 

  • Son olarak LENZING™ ECOVERO™’nun marka dostu olarak konumlandığınız bir iş birliğine imza attınız. Bize biraz bu iş birliğini ve projenin detaylarını anlatabilir misiniz?

İlk gün itibarıyla kimyalarımız tuttu. Ben doğal bir hayat yaşamaya çalışıyorum. Lenzing Grubu yenilenebilir ağaç ham maddesinden çevreye duyarlı özel elyaflar üreten bir şirket. LENZING™ ECOVERO™ ile de ‘Doğanın Renkleri Kaybolmasın’ diyerek doğaya duyarlı viskon elyafı üretiyor. Onlar da doğru bir eşleşme olduğumuzu düşünmüş olmalılar ki bana bir iş birliği teklifiyle geldiler.
Ben de seve seve kabul ettim. Doğanın Renkleri Kaybolmasın konsepti doğrultusunda Mehtap Elaidi’yle hayata geçirilen ME x LENZING™ ECOVERO™ koleksiyonu doğanın kaybolan çiçeklerinden ilham alıyor. Sürdürülebilirliği gözetilen ormanlardaki ağaçlardan üretilen LENZING™ ECOVERO™ Viskon elyaflarıyla dokunan kumaşlar kullanıldı. Amaç bir farkındalık yaratmak. Bir pamuklu tişört üretilirken 4.500 litre su tüketiliyor. Bir elmanın yetişmesi için 27 litre yetiyor. Önemli olan üretim süreçlerinin tamamını sürdürülebilir hale getirmek.
 

Yazı CEREN ARSEVEN
Fotoğraflar SEMIH KANMAZ
Styling NAZLI KAYRAN

İlgili Makaleler