Sinem Ünsal ile Röportaj

Büyük bir yoğunluk içinde Mucize Doktor ekibi. Çekimimize neredeyse hiç uyumadan gelen Sinem Ünsal’dan alıyoruz son havadisleri. Keyifleri çok yerinde, dizinin her hafta ulaştığı milyonlar yalnızca reyting demek değil ne de olsa… Bir mesajı var bu dizinin ve hem benim hem de Sinem’in gözleri doluyor o anlatırken, “Artık otizmli oğlumla sokağa çıkmaya çekinmiyorum,” demiş bir anne… İnsan başka ne duymak ister ki? Set yorgunluğunun en büyük ilacı bu geri dönüşler.
Bir de o gün çekimimiz için pillerimizi dolduran, hayat enerjimizi geri kazandıran bir yerdeyiz. Yoldan bakıldığında tatlı, eski bir ev gibi görünen bu mekanın arkasında sanki sonsuzluğa uzanan muazzam bir arazi var, gün boyu yeni ayaklanmış kuzular gibi atlaya zıplaya yürüyor, koşuyoruz. Yağmura da yakalanıyoruz bu arada, Sinem’in saçları bozulmasın diye hepimiz siper oluyoruz ona. Neyse ki üzerimizden geçen yalnızca bir bulut, hava tekrar eski neşesini buluyor, biz de öyle. Bol sohbetli ve son derece leziz bir öğle yemeğinin ardından çekim de göz açıp kapayıncaya kadar bitiyor. Ev sahibemiz biz yola çıkarken yeni kavurduğu helvaları ikram etmekle meşgul hala, kimsenin, “Hayır,” demeye ne niyeti, ne de cesareti var…

  • Nazlı rolü ne ifade ediyor senin için?

Nazlı, mesleğini seven, azimli, çalışkan bir cerrahi asistanı. Travmaları yüzünden insanlara güvenini yitirmiş, temkinli davranın genç bir kadın. En güzel özellikleri de naif, sevecen, ön yargısız ve hayata karşı hala çocuksu bir inanca sahip olması. Nazlı’nın mesleki azmi ve vicdanının sesini her şeyden önce dinlemesi bana kendi hayat ve kariyer yolumda çok şey öğretiyor, o yüzden Nazlı ile olan yolcuğum benim için çok değerli.

  • Neler yaptın bu hassas kişilikli doktor Nazlı’ya dönüşmek için?

Elbette dizinin diğer versiyonlarından bölümler seyrettim. “Nazlı’nın bireysel özelliklerini belli bir tutarlılıkta nasıl sürdürebilirim?” sorusu üzerine denemeler yaptım. Ama elbette en çok uğraştığım şey Nazlı’nın Ali’yle kurduğu ilişki biçimini oluşturmaktı. Üniversitedeyken, otizmli gençlerin sosyalleşmesi için düzenlenen el becerileri kurslarına katılıyordum. Bu sayede birçok otizmli arkadaşım olmuştu o dönemde. Hafızamı zorluyorum. Orada eğitim verenler, otizmli aileleri ve ben nasıl davranıyorduk, neler yaşıyorduk sürekli bunları düşünüyorum.

  • Rolün en çok hangi yönlerini seviyorsun?

Herhangi bir duyguyu sivriltmeden, o kadar gerçek bir şekilde işliyoruz ki hikayemizi… Nazlı da bu hikayenin içinde tüm duyguları en insani yerden seyirciye geçirebilen bir karakter. Bayılıyorum bu duruma. Vicdanının sesini hep ön planda tutması ise en sevdiğim özelliği.

  • Dizinin Amerikan ya da Kore versiyonlarının izlemiş miydin?

Biz hikayemizi Türk izleyicisine göre yapılandırıyoruz. Her ülke kendi sosyolojik dengelerine göre dizileri ve hikayeleri uyarlıyor. Bizim senaryomuzda da bu büyük bir titizlikle kurgulanıyor. Kore ve Amerikan versiyonlarını rolü aldıktan sonra izledim. İkisini de etkilenmemek adına tamamlamadım.
 

  • Başka ilham kaynakların oldu mu karakteri yaratırken?

Kendi şahit olduğum hikayeler daha yol gösterici oldu. Bir de zaten çok sevdiğim Rain Man filmini tekrar seyredip Dustin Hoffman’a dokunanları özellikle de Tom Cruz’un yaklaşımını ve dönüşümünü didik didik ettim.

  • Onur Tuna ve Taner Ölmez’le çok sahnen var. Birlikte çok eğlendiğinizi ve iyi anlaştığınızı konuştuk. En çok nelere gülüyorsunuz?

Çok klişe olacak ama biz gerçekten çok eğlenen ve birlikte güzel vakit geçiren bir ekip olduk. İlk günden itibaren herkes çok doğal, egosuz bir yerden birbiriyle ilişki kurdu. Sette herkesin tek derdi oynadığı karakteri en iyi şekilde izleyiciye yansıtabilmek, çalışırken eğlenmek, hem profesyonel hem de arkadaşlık ilişkilerini dengeli bir şekilde sürdürebilmek üzerine kuruldu. Onur ve Taner ikisi de birbirinden yetenekli, kültürel açıdan kendilerini geliştirmiş, çalışma arkadaşlarına karşı çok anlayışlı ve çok komik insanlar. Anlık set hallerine de gülüyoruz, sosyal medyada bir şey görüyoruz onun üzerine de espri yapıyoruz. Bize malzeme olsun biz bir yerinden eğleniriz (gülüyor).
 

  • Beslenmene çok dikkat ettiğini biliyorum. İncecik fiziğini bu dikkatine mi borçlusun yoksa sen zaten zayıf mıydın?

Aslında bu konuda belirli bir takıntım yok, her zaman zayıf bir çocuk oldum ama genel olarak vücudumun ince olmasını seviyorum. Bu tamamen kişisel bir beğeni olmasının yanı sıra ekranda daha kilolu durmamızdan da kaynaklanıyor. O nedenle dengelemeye çalışıyorum. Yoksa çok sevdiğim bir hikayenin içerisinde yer alan bir rol için kilo almam gerekirse alırım. Görüntü önemli ama yaptığım meslek ve canlandırdığım karakter benim için her zaman daha önemli olacak.

  • Bu aralar formun için neler yapıyorsun?

Uzun süredir vejetaryen besleniyorum ve karbonhidrat tüketimini en düşük seviyede tutmaya çalışıyorum. Bu hem sağlığım için iyi hem de uzun set saatlerinde daha enerjik olmamı sağlayan bir beslenme düzeni.
 

  • Spora vakit ayırabiliyor musun?

Bu ara o kadar çok çalışıyorum ki, hastanedeki setimizde sürekli hastalara koşarak spor açığımı kapatmaya çalışıyorum (gülüyor).

  • Karşılaştırmalı edebiyat okudun üniversitede, hayalin ise hep oyuncu olmaktı değil mi? Edebiyat okumak oyunculuğuna nasıl bir katkı sağlıyor?

Oyunculuk, okuduğunu doğru anlama, sonra da anladığını ve yorumladığını izleyiciye en iyi şekilde aktarma yetisi gerektiren bir meslek. Edebiyat okumam, karakterleri analiz etmek, hikayenin devamını gözümde canlandırmak, yazarın ne demek istediğini çözmeye çalışmak ve son olarak senaryo halinde gelen bütün kurguyu daha iyi bir şekilde özümsemek noktalarında bana kolaylık sağlıyor. Oyunculuk küçük yaşlarda kanıma giren bir tutku. Kendimi başka meslekte hayal edemiyordum. Edebiyat bölümünü de çok isteyerek ve severek okudum ama okurken ileride yapacağım mesleğe yani oyunculuğa yatırım olarak düşünerek okulu bitirdiğimi de itiraf etmem gerekir.
 

  • Başucuna baksak hangi kitapları görürüz bu aralar?

En son Engin Geçtan’ın İnsan Olmak adlı kitabını okudum. Ama bu ara kitap okumak için bile zaman bulamıyorum o yüzden kitapları baş ucumda değil de sette, karavanda ya da çantamda bulabilirsiniz (gülüyor).

  • En sevdiğin yazar kim?

Stefan Zweig’ı çok seviyorum. Korku favori kitabım.
 

  • Çocukluğun İzmir, Foça’da geçmiş. Anlatır mısın nasıl bir hayattı orada yaşadığın?

Foça’da liseye kadar kaldım sonra üniversite için Eskişehir’e taşındım. Foça küçük, sıcak bir Ege kasabası, hayat orada çok kolay ve huzurluydu. Çocukluğumu tam anlamıyla yaşadım. Komşularımız, sokakta oynadığım arkadaşlarım, erken gelen geç giden uzun yazlar hayatımın en güzel yıllarıydı. Eskişehir de benzer dokulara sahip bir şehir ama sonrasında İstanbul’a gelmek bende kamyon çarpma hissi yaratmıştı (gülüyor). Küçük şehirde yaşamaya alışan biri için İstanbul biraz acımasız ve ürkütücü olabiliyor.
 

  • Alıştın mı buraya peki artık?

İstanbul’a alıştım gerçekten. Zaten alışmazsanız şehir sizi ya yutuyor ya da dışarı atıyor. Mesleğim, hedeflerim, arkadaşlarım bana her gün bu şehirde yaşamak için motivasyon sağlıyor. İlk başta verdiği kamyon çarpması etkisinden sonra İstanbul’u severseniz o da sizi seviyor ve şimdilik kendisiyle güzel bir ilişkimiz var diyebilirim (gülüyor).
 

  • En çok nesini seviyorsun bu şehrin?

Bu şehirde çok insan tanıyoruz. Şahit olmadan anlayamayacağımız birçok hayatı yakından izleyebiliyoruz. Mesleğim gereği yerleştiğim bu şehre olumlu yaklaşıyorum. Uçsuz bucaksız bir gözlem alanı benim için.

  • Bir Alaturka Hikayet: Raif ile Letafet’le Afife Jale genç yetenek ödülüne aday gösterildin geçen sene. Nasıl bir heyecan yaşattı sana bu?

Beni aradıklarında inanmakta güçlük çektim. Çok çalıştım bu oyuna, çok emek verdik ama ilk oyunumda böyle bir adaylığa uygun görmeleri hayallerimin ötesindeydi.
 

  • Ayrıca aynı rolle Lions Yılın En İyi Genç Kadın Oyuncusu ödülünü aldın, ödüller ne ifade ediyor sana?

Takdir edilmek, görülmek, emeklerinin değerli olması çok güzel. Her ödül daha iyisini yapmak demek benim için ve tabii ki çok büyük bir motivasyon kaynağı.
 

  • Oyun bu sezon da devam ediyor. Diziyle beraber götürmen zor olmayacak mı?

Evet, oyun devam ediyor, setimin olmadığı gün ve saatlere denk getirecek şekilde yaptık bütün programı. Sahnede nefes alan oyunculardanım. Ne kadar yorgun, uykusuz, hasta olsam da o oyunu çıkarmam, seyirciyle buluşmam gerekiyor. Koşulsuz şartsız birlikte hareket etmenin, bireyselliği bir tarafa bırakıp birlik olmanın verdiği tamamlanma hissi. Uyum, ahenk, tek atımlık kurşununun olmasının verdiği adrenalin sahnede olmak… O yüzden hem tiyatro hem de dizi ekibimiz ve yapımcılarımız bu konuda çok anlayışlı ve yardımcı oldu. Hepsine minnettarım.
 

  • Kariyerinle ilgili beklentilerin nelerdir? Plan yapıyor musun mesleki anlamda, hedeflerin neler?

Oyunculukta ilk hedefim, yasatmaya çalıştığım karakter ne olursa olsun tutarlı, sahici ve içimde hissedebildiğim bir karakter olarak yaşamasını sağlamak. Sıradan ya da farklı karakter diye tanımlamak istemem rolleri. Sonuç olarak hepsi bende farklı. Elbette bazen izlediğim sınırları zorlayan roller oluyor. “Ah, ben oynamalıyım,” diyorum. Ama benim en büyük kariyer hedefim, karakteri ararken bulmakta en zorlandığım rolü bulmak olacak sanırım. Bu beni o kadar heyecanlandıran bir duygu ki! Çünkü bunu son rolümü alana kadar bilemeyeceğim. O yüzden hedeflerim, planlarım, beklentilerim hep bu yönde gelişiyor.

  • İkizler burcu olduğunu özellikle vurguluyorsun, seviyor musun burcunu?

Burcumu o kadar seviyorum ki tekrar dünyaya gelsem yine ikizler olurdum. Aslında astrolojiden pek anlamam. Genellikle burcumun yaratıcılığını ve dengesiz duygu durumunu taşıyorum. Yorucu ama bu halimi çok seviyorum (gülüyor).
 

  • Ekranda başarılı olmanın formülü sence ne?

Bir işte başarılı olmanın yolu yaptığınız şeyi sevmek, üstüne düşünmek, emek vermek bence. Formül bu.
 
Yazı: Deniz Tokgöz
Fotoğraflar: Semih Kanmaz
Styling: Nazlı Kayran
 

İlgili Makaleler