Taro Emir ile Kalıpların Ötesinde

SEVEREK TAKİP ETTİĞİMİZ TARO EMİR’İN YARATIM DÜNYASINA KONUK OLUYOR, YETENEKLERİNİ, TUTKULARINI VE HAYATA BAKIŞ AÇISINI KEŞFEDİYORUZ.
 
Röportaj EYLÜL SOLAKOĞLU Fotoğraf ERMAN İŞTAHLI Styling ECE ŞİŞİK SAYDAM

Onu bundan iki yıl önce genç yetenekler portfolyosuna konuk ettiğimizde kısa sürede yıldızının parlayacağını öngörmüştük, yanılmadık. Sadakatsiz dizisindeki Selçuk rolüyle son zamanların en çok konuşulan performanslarından birine imza atan oyuncu, bir yandan da cesur bir yapım olan Çıplak dizisinin ikinci sezonunda Bulut karakteriyle tekrar karşımıza çıkmaya hazırlanıyor. Ufak detaylardan bütüne varmayı, hayatı ve iç dünyasını keşfetme yolculuğundan keyif almayı, yargılardan arınmayı iyi biliyor. Nezaketi, stili ve müzik seçimleriyle çekim günü kalbimizi kazanan Taro ile birkaç gün sonrasında görüntülü bir röportaj gerçekleştiriyor, onu sadece kendisi olarak daha yakından tanıyoruz.
 

  • Sizi bugünlerde Sadakatsiz dizisinde Selçuk rolünde izliyoruz. Empatiden yoksun, zorlayıcı bir karakter. Role nasıl hazırlandınız?

Bana göre oyunculuk hep yargısız olmalı, oyuncu yargısız yaklaşmalı karaktere. Ben ilk etapta yargılarımdan soyundum. Hazırlık sürecimiz çok uzun değildi, karakteri ilk iki bölüm üzerinden yarattık,  o yüzden biraz da yolda keşfettim Selçuk’u. Senaryoyu ilk okuduğumda sosyopat olduğunu düşündüm. Hikaye değiştikçe karakter de evrilmeye başladı ve derinine indikçe, eski travmalarının tezahürlerini gördükçe, aynı zamanda benim de psikoloğum olan uzman psikolog Zehra Olcay Tuna’ya danıştım. Yol haritasını onun da yardımıyla çıkardım. Nazlı’dan (Bulum) ve yönetmenimiz Neslihan’dan (Yeşilyurt) da çok destek aldım bu süreçte.
 

  • Selçuk’un postürünü yaratmak üzerine de çalışmalar yapmışsınız…

Bedeninizin duruşu duygusal durumunuzu çok etkiler. Biz Animal Studies çalışırken kartaldan esinlendik. Selçuk tek başına büyümüş bir çocuk. Kartal da tek başına gezer, avını gözüne kestirir ve bir anda yakalar onu. Selçuk’un manipülatif halleri, ortamda bir anda belirişi buradan geliyor. Sesini bulmak benim için çok zordu çünkü günlük yaşamımda konuşma tarzım daha farklı. Nasıl nefes aldığını, cebinde ne kadar para olduğunu, yıkamadığı için pantolonundan çıkan pamuğu, her şeyini düşündüm. Tüm bu küçük detaylar karakterin ritmini bulmamda bana yol gösteriyor.

  • Bu tarz manipülatif karakterler için hep konuşulur ya; role girme ve rolden çıkma aşamaları sizi zorluyor mu?

Artık zor olmuyor çünkü Selçuk karakterini tanıdım ama ilk bölümlerde zorluyordu. Sete gittiğimde önce  bir köşeye çekiliyor ve role bürünmeye başlıyorum. Ekibimiz çok iyi olduğu için doğru bir zamanlamayla, “Oyun!” diyorlar ve o esnada içimde bulduğumu sahneye getiriyorum. Bir de çalışırken her zaman partnerlerimden izin istiyorum çünkü diğer aktörün alanına giriyorsunuz, özellikle de söz konusu şiddet uygulayan bir karakterse… Rol arkadaşlarıma şefkatli bir yerden yaklaşıp Selçuk ve Taro’yu net bir şekilde ayırıyorum.
 

  • Çok hareketli, birkaç şeyi aynı anda yapmayı seven biri olarak anlattınız kendinizi. Bunu biraz açar mısınız?

Kafam hiç durmuyor. Özellikle eğer bir sahnem varsa obsesif bir biçimde tekrarlıyorum onu zihnimde. Eve geldiğimde Nazlı’yı arıyorum mesela, FaceTime üzerinden saatlerce çalışıyoruz. Kafamı ya dağıtmak ya da tamamıyla konsantre olmak için devamlı başka şeyler yapıyorum. Bütünüyle kendime ayırdığım zamanlar da var tabii. Piyano çalıyorum, güzel bir film izliyorum…

  • Sanatın farklı kollarıyla ilgilisiniz, piyano çalmak da bunlardan biri. Nota bilmeden çalıyorsunuz değil mi?

Ben bir müzik aşığıyım. Kulağım da iyidir. Annemin evinde Belarus marka, açık kahverengi eski bir duvar piyanomuz vardı. Aynı şekilde anneannemin evinde de çok sevdiğim bir piyano vardır. Çocukken onları çalmaya çalışmaya başladım ve bu tutkum zamanla evrildi. Ortaokulda keman dersi alıyordum, hocam bazı riff ’ler verir ve sonrasında bana piyanoda Chopin besteleri çalardı, Moonlight Sonata’yı öğretmişti hatta. Hepsi bir araya gelince koordinasyonum oluşmaya başladı, bu sefer de armoni bilgimin az olduğunu fark ettim. Dinleye dinleye kendime armoni öğrettim.
 

  • Özellikle anneanneniz Leman Sam sizi bu konuda epey yönlendirmiş olsa gerek…

Küçükken bir şeyler çalmaya başladığımda annem, özellikle de anneannem dürüstçe, “Nüansları kaçırıyorsun. Piyanoya adeta vuruyorsun, onu yavaşça okşamalısın,” gibi yönlendirmelerde bulunurdu. Bu söylemler birleşip, müzik aşkımla evrilip bana günde bir saat piyano çalma pratiği olarak geri döndü.

  • Müziğin enerjiniz ve ruh haliniz üzerine nasıl bir etkisi oluyor?

Benim müzikle, sesle ilgili inandığım şey şu: Madde dünyası elektron, proton ve nötronların belirli frekanslardaki titreşimlerinden meydana geliyor. Biz insanlar da maddesel bir varlığın bilinçleşmiş haliyiz aslında. Kendi frekans düzlemimizde direkt olarak tecrübe edebildiğimiz tek titreşim alanı ses. Ben bu titreşimsel frekansın çok kolay manipüle edilebilen bir şey olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden ses, müzik, iç ritmi tutturmak çok önemli.

  • Erken yaşta İngiltere’ye gittiniz. Başka bir ülkede, farklı kültürlerden insanlarla yaşamak nasıl deneyimler kattı size?

Londra’daki ilk drama sınıfımda iki İngiliz, bir Taylandlı, üç Çinli, bir Japon ve bir Amerikalı vardı. Birlikte ‘Ortaklaşa Yaratım Tiyatrosu’ (Devised Theatre) yapıyorduk. Hepimiz belirli bir konu üzerinde araştırma yapıyor, fiziksel ve müzikal bir performans da tasarlayıp bunu gösteri olarak sunuyorduk. Amerikalı bir bilim insanının makalelerine rastlarken, Çinli birinin yazdığı bambaşka bir makaleyi, Japonya’dan bu duruma karşı farklı bir bakış açısını ya da Rusya’dan rüyalar üzerine bir teoriyi öğrenebiliyordum. Bambaşka sosyokültürel arka planlardan, sosyolojik yapıdan bahsediyoruz. O ortamda olmak hem kişisel anlamda hem de oyunculuk adına yargısızlığa dair çok büyük bir kapı açtı bana. Hepsini tanımanın oyunculuk adına da repertuvarımı genişlettiğini düşünüyorum.

  • Stilinize mutlaka değinmek istiyorum. Özel dikim giyiniyor, her detaya önem veriyorsunuz. Giyim konusunda hep böyle miydiniz?

Ben formsuz olmayı çok seviyorum. Giyim konusunda da hayat boyu hep deneyler yaptım. Günümüzde ciddi bir tüketim ve dış görünüşü tasarlama durumu var, gerek sosyal medyada olsun gerek insanların günlük yaşamlarındaki hali olsun… Sentetik, ezberden bir kalıbın içine girmek bana her zaman tehlikeli geldi çünkü ben kendi parmak izini bulma isteği olan bir adamım hayatta. Kıyafet, biriyle sosyal anlamda ilk temasınızda en dış katmanınız. Ben giyinirken, “Şöyle görünmek istiyorum,” yerine, “İç dünyamı dış katmanıma nasıl uyarlarım ve bu ne kadar dürüst olabilir?” diye düşünüyorum. Royal Wiseman’ın kurucusu Musa Çakmak adında bir terzim var, aklıma gelen fikirleri çiziyorum, ona anlatıyorum ya da gördüğüm bir şey bana ilham veriyor. Bunları kendisine aktarıyorum, o da anlayıp yaratabilecek yeteneğe sahip bir insan.
 

  • Saç konusunda çılgın denemeleriniz varmış! Farklı imajlara ve karakterlere bürünmeye açık olduğunuzu tahmin ediyorum…

Bir aktör kendi bedeninde ne kadar saklanabilirse performansı o kadar başarılı geliyor bana. Tıpkı kil gibi olmalı, sonsuz manipülasyona, her tür fiziksel değişime açık… Ben kişisel olarak da çok seviyorum zaten değişimi. Küçükken kılıktan kılığa girer, kostümler, makyajlar yapardım kendime. Bir gün saçımı kazır, bir başka gün sarıya boyatırdım. Dokuz yaşındayken sapsarı yapmıştım saçlarımı, küpe takıyordum. 15 yaşından beri  de saçım için Sedat Temur’a giderim, aynı dili konuşur, deneyler yaparız. Formsuzluk dediğim şey bu aslında, böyle olmayı seviyorum.
 

  • 20’den fazla dövmeniz var, onlar da stilinizin bir parçası. Hepsinin derin hikayeleri var mı?

Dövmelerim yolculuğumdaki değişimleri temsil ediyor. Bazen çok hafif bir değişim de olabilir bu, çok eğlendiğim bir gecenin sonunda yaptırmışımdır mesela. Ailemin isimlerini üzerimde taşımayı çok seviyorum çünkü onları çok seviyorum. Anka kuşu ve ağaç köklerinden çıkan yağmur bulutu dövmelerim farkındalık eşiklerimi, özgürleştiğim anları simgeliyor. Böyle dönüm noktalarında yaptırdığım birkaç dövmem var. 11 dövmemi çok seviyorum; numerolojim, uğurlu sayım, annemin doğum günü ve babamın da forma numarası.
 

  • Fotoğrafçılığa meraklısınız. Instagram hesabınız da ahenk içinde, tüm kareler siyah beyaz. Neden?

Siyah beyaz fotoğraflardan çok hoşlanıyorum. 2014’te fotoğrafçılık, sanat tarihi, caz tarihi ve sosyoloji okudum. O dönemde böyle bir dil buldum kendime. Instagram’da çok aktif değilim, arada hikaye paylaşıyorum ama orayı daha çok eskiz defteri olarak kullanıyorum aslında. Bu dili bozmak istemedim çünkü beni hala 2014’te anlattığı kadar dürüst bir şekilde anlatıyor gibi geliyor.

  • Çekimde ilk andan hepimizin sevgisini kazandınız. Peki insanlar sizle tanıştıktan sonra en çok neye şaşırıyorlar?

Önyargıyla çok mücadele ettim hayatımda. Kötü bir önyargıdan bahsetmiyorum ama insanlar ister istemez bir beklenti içinde oluyorlar. Çok utangacım, genelde ona şaşırıyorlar.
 

  • Çekimlerin yoğunluğundan fırsat bulup bir yerlere kaçamadığınızı konuştuk. İlk fırsatta rotanız neresi olacak?

Bu sene bir tatile ihtiyacım var. İngiltere’deki en samimi dostum Michael hatta onun da adının dövmesi var (gülüyor), kız arkadaşıyla Türkiye’ye gelecek. Arabaya atlayıp onlara bir Ege turu yaptırmak istiyorum. Doğu’ya gitmeyi de çok istiyorum, henüz görmediğim yerler var.

  • Zor bir dönemden geçiyoruz. Özgürce hareket edemiyoruz. Peki özgürlük kelimesi sizin için ne ifade ediyor?

Ben zihnen özgür olmayı hedefliyorum. İnsan ne kadar düşünceden özgürleşirse o kadar alanı oluyor. Düzenli olarak transandantal meditasyon yapıyorum, insan zihninin devamlı olarak yarattığı o düşünce akışı durmasa da uzaklaşıyor, yabancılaşıyorsunuz. O zaman da tıpkı olta atmış gibi fikirler çekmeye başlıyorsunuz zihninizden. İki ay önce dinlediğim şarkının bir bölümü kafamda çalmaya başlıyor, bir resim fikri geliyor, riff geliyor… Zihnimden özgürleşmeyi seviyorum. Oyunculuk da tıpkı meditasyon gibi. Tek bir şeye ciddi anlamda konsantre oluyorsunuz. Zihniniz tek yöne akıyor. Ben sahneye çıktığımda da
bunu çok yaşıyorum. O akışta zamanı idrak edecek bir farkındalıkta olmuyorsunuz. Akışı seviyorum.

İlgili Makaleler