Yalın İfade: Yasemin Özeri

Hızlı bir hayatımız var; yetiştirmemiz gereken konular, çoğu zaman bilgisayar üzerinden hızla yapılan röportajlar, hızla üretilen ve yine aynı hızda tüketilen kıyafetler… Kendimizi sürekli bir şeylere, bir yerlere yetişme telaşı içinde buluyoruz. Bunların arasında zaman zaman es vermekse iyi geliyor insana. İki dergiyi bir arada yetiştirmeye çalıştığımız bir dönemde Yasemin Özeri’yle gerçekleştirdiğimiz bu buluşma tam da böyle bir esti.

Tüm bu hızın içinde sakin kalabilmeyi başarabilen tasarımcıyla Bebek’teki mağazasını ziyaret etme vesilesiyle yüz yüze görüşme fırsatımız oldu. Giriş kattaki mağazadan içeri ilk girdiğiniz anda huzur dolu bir hisse sahip oluyorsunuz. Beyaz duvarlar, natürel bir renk paleti, takıların ve giysilerin son derece sade yerleşimiyle sanki ne bir eksik, ne bir fazla… Merve ve asistanı Ünal ile bol ışık alan bu güzel mekanda içimize sinen bir çekim gerçekleştirdikten sonra, Yasemin’le komşusu sayılan Bebek Caffe Nero’ya gidip kahvelerimizi aldık, bahçede güzel bir masaya yerleştik ve sohbetimize başladık.

Tasarım yolculuğuna 2009 yılında, aynı zamanda atölyesine de ev sahipliği yapan Galata’daki mağazasıyla başlayan Özeri, bugün orası ve geçen mayıs ayında açtığı Bebek mağazası arasında mekik dokuyor. Mimarlık eğitiminin ardından yüksek lisansını moda üzerine yapmış; iki disiplin arasındaki benzerlikleri, bu eğitimin onun tasarım anlayışını ne kadar etkilediğini merak ediyorum. “Mimarlık okumak benim bütün dünyamı değiştirdi. Tasarıma, sanata karşı gözümü eğitti. Mimarlıkta tasarım üzerine bir eğitim alıyorsunuz, tasarımın ne olduğu ve nasıl yaklaşmanız gerektiğiyle ilgili bilgi sahibi olduğunuz için de artık her şeyi tasarlayabiliyor hale geliyorsunuz. Bu bilgi kıyafetlere de yansıyor, size bir bakış açısı kazandırıyor,” diyor.
Yasemin’in belirgin derecede minimalist bir stili var. Bu, kişisel tarzından mekana, kıyafetlerinden markasının online sitesine kadar her alanda etkisini hissettiriyor. Sadeliği, formlarla oynamayı çok sevdiğini ve hem moda hem mimarı açıdan mümkün olduğunca süsten arınmaya çalıştığını söyleyen tasarımcı yalın, işlevsel ama formların kuvvetli olduğu bir anlayışı benimsiyor. Mağazalarının genel konseptinin de bu fikirden yola çıkması sürpriz olmasa gerek.

Tasarımcı hazırlık sürecini, “Mağazanın iç mekanını şekillendiren aslında mekanın kendisi oluyor. Örneğin Galata’daki mağazayı bir nalburdan devralmıştım. İçerisi baya metruk bir durumdaydı, orada tasarımı şekillendiren unsurlar ön hacmi çok büyük, yüksek tavanlı, eski bir yapı olması ve bol ışık almasıydı. Tabii Galata’nın dokusu da önemli bir etkendi. Bebek mağazasının iç tasarımı ise tamamen farklı; mekan daha küçük olduğu için beyaz olmasını istedik, içerde fazla olan her şeyi aldık, olabildiğince yalın hale getirdik.

Hazırlıklar yaklaşık bir ay sürdü. Mekan, kendi kimliği ve Bebek’in dokusuyla şekillendi, ben de onu kişisel beğenimle birleştirmeye çalıştım,” diye anlatıyor. Bu yalınlık, tasarımların ön plana çıkmasını sağlıyor ve onlara adeta bir fon oluşturuyor. 

Özeri çok güzel tepkiler aldığını, insanların mağazayı çok rahatlatıcı, dingin bulduğunu söylüyor. Ben de buna kesinlikle katılıyorum. Bu kadar yalın bir fonda kıyafetlerin güçlü olması gerekir, öyleler de. Ama iddiaları sadeliklerinde yatıyor.
Geçmişte bir röportajımızda tasarım yaparken insan bedeninden yola çıktığını söyleyen Özeri’nin en önem verdiği konu kalıp. Tasarımcı, “Kişinin stilini belirleyenin çok iyi bir kalıp olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle tasarım esnasında en iyi halini alabilmesi için bir kalıbı defalarca deniyoruz, üzerinde çok fazla çalışıyorum. Bu konuda müşterilerden aldığım olumlu geri bildirimi seviyorum. Güzel bir kalıp, iyi dikim ve kumaş kalitesi olmazsa olmaz,” diyor.

Yüksek modanın yeni sezon tasarımlarındaki doğala dönüşünü ve ‘az çoktur’ anlayışını yeniden benimsemeye başlamasını konuşuyoruz. Oldum olası bu çizgide ilerleyen bir isim olarak bu dönüşümün ona hitap edeceği aşikar. “Değişim kaçınılmaz olarak yaşanıyor. Hala aşırı bir tüketim var gerçi, kimse sıkılmış gibi gelmiyor bana. Ama gitmemiz gereken yer orası,” diyor. Modanın içinde olduğu ilk günden bugüne gözlemlediklerini, “Tasarıma ilk başladığım zaman minimal sokak giyimi neredeyse yoktu. Yavaş yavaş daha fazla talep görmeye başladı ve bu olumlu bir şey. Ama bir yandan insanların beğenileri de tek tipleşiyor. Olumsuz olarak da bunu görüyorum,” diye özetliyor. Sonbahar-Kış 2019 sezonunda soft renklerle dolu bir paleti var; beyazlar, griler, bejler… Özeri, “Her rengin en soft tonlarını kullanıyorum çünkü her tenle uyumlu olduklarına, güzel gösterdiklerine inanıyorum. Viskon, pamuk, bambu, kupra gibi doğal kumaşlar kullanmaya çalışıyorum. Bu sezon çok fazla kupra kullandık, üstelik organik ve sertifikalılar.

Doğal kumaşların hisleri güzel oluyor, içinde kendinizi çok rahat hissediyorsunuz. Rahatlık her zaman en önemli konu benim için,” diyor. Kupra bol pantolon ve ceket takımları, uzun trençkotlar, tiril tiril elbiseler koleksiyonda öne çıkan tasarımlar arasında yer alıyor. Doğal kumaşlar konusundaki hevesini görünce konu tabii ki sürdürülebilirlik felsefesine ve modada giderek artan ekolojik bilince geliyor. “Neler yapılabilir Yasemin?” diyorum. “Her zaman daha fazlasını yapabiliriz,” diyor. Özellikle Galata’daki müşterilerinin büyük çoğunluğu yabancı, Peru’dan Yeni Zelanda ve Avrupa’ya, tüm dünyadan bir kitlesi var. “Örneğin bir müşterim İsviçre’de yaşıyor, her yaz Türkiye’ye tatile geliyor ve benden basic parçalarını alıp gidiyor. Sadık bir kitlem var, o sezon yaptığım bir parçayı beğenip birkaç rengini alıyorlar.

Aldığım en güzel yorum defalarca giydiklerini söylemeleri,” diye gülümsüyor. Onların özellikle sertifikalı kumaşlar kullanmasına ve küçük bir atölyede üretim yapıyor olmasına bayıldıklarını söylüyor. İnsanların iyi koşullarda çalıştığı etik modayı benimseyenlerin sayısının giderek arttığını, ülkemizde de bu bilincin çoğalması gerektiğini ve bu şekilde adım adım bütün tablonun değişeceğini savunuyor. Bu alanda hoşnutsuzlukları da var; küçük, az üretim yapan bir mağaza olarak insanların bir perakende mağazasındalarmış gibi davranmaları, kumaşların önemini kavramamaları onu mutsuz ediyor. “Moda sektörü çok kötü bir durumda, çocuk işçiler, sağlıksız koşullarda çalışan insanlar, zehirli atıklar… İnsan gerçekten çok üzülüyor. 

Yapabileceğimiz en iyi şey doğru alışveriş. Bizim üretimimizden atık, zehir çıkmıyor. Bilinçli tüketim yaptıkça büyük bir dengeyi değiştirebiliriz,” diyor. Çekimde de yer verdiğimiz aksesuarlara, özellikle botlara bayıldık. Tasarımcı, “Deri ayakkabı, deri çanta ve gümüş takı üretiyoruz. Deri parçalar da çok küçük bir atölyeden çıkıyor ve bir zanaatkar tarafından hala eski yöntemlerle üretiliyor. Mesela bir ayakkabı iki gün kalıpta bekliyor. Onların geleneksel yaklaşımlarına ben modern dokunuşlar ekliyorum,” diye anlatıyor. Gümüş takılarda ise favorisi vidalı, tekli küpe. Bu sezon ilk defa altın kaplama yapmaya başlayan tasarımcı, kişisel olarak gümüşü tercih etse de bu sezon altının daha ön planda olduğunu kabul ediyor.

En son konuştuğumuzda erkek koleksiyonunu genişletme konusunda istekli olduğunu da söylemişti, ne durumda olduğunu soruyorum. “Bu sezon deri ceket yaptık, güzel tepkiler aldık. Koleksiyona deri bot, triko, pantolon, gömlek ve tişört ekledik, oldukça geniş bir seçki oldu. Erkek müşteriler kadınlara göre rahat, kolay. Bazen bir pantolonu beğenip farklı bir kumaşından isterlerse onu da yapabiliyoruz. Birkan Sokullu iyi bir müşterimiz mesela, bir pantolon kalıbını çok beğendi, dört-beş farklı kumaştan yaptık. Tasarımlarıma parçaların birbirleriyle kolay kombinlenebilmeleri fikri hakim,” diyor.

Günümüzde fiziksel mağazaların yanı sıra online satış kanallarının ve sosyal medyanın da marka ve tasarımcılar için önemi yadsınamaz. Bunun farkında olan Yasemin, internet sitesinde de mağazalarıyla benzer bir stili ve yaklaşımı benimsiyor. İnsanların online’da satın almaktan çok ürünleri inceleyerek mağazaya geldiklerini söylüyor. Sosyal medya konusu, hepimiz gibi onda da bir aşk-nefret ilişkisi halini almış. “Benim için biraz zorlayıcı çünkü tasarım yaparken ona konsantre olmak kolay değil. Ekibimden destek alıyorum, üç koldan yapıyoruz, benim yönlendirmemle aktif bir paylaşımımız var şu an,” diyor.

 

Bir yandan fotoğraf çekmeyi de çok seviyor, o yüzden görsel olarak paylaştığı her şeye önem veriyor. “Sosyal medyada artık sürekli bir şeyler paylaşmanız gerekiyor. Buna adapte olmakta zorlanıyorum, takipçilerimi boğmak istemiyorum, dengeyi tutturmaya çalışıyorum,” diye özetliyor. Fotoğrafçılık tutkusunu öğrenince sanatsal ilhamlarının neler olduğunu sormamak da olmaz. “O kadar çok var ki… Sanatı çok seviyorum, resmi, heykeli, fotoğrafı, birini seçemem,” diyor. Tasarım süreci bazen çok zorlayıcı olabilir. Hangi zamanlarda buna yoğunlaşıyor, ritüelleri var mı, gündüz mü gece insanı mı merak ediyorum. “Aslında gece insanı olmak zorunda kalıyorum çünkü gündüz atölye çok yoğun, rutin işler de oluyor, sakinleşemiyorsunuz. O yüzden gün bitiyor, herkes evine gidiyor ve benim tasarım sürecim ondan sonra başlıyor.

Geceleri kafam daha iyi çalışıyor, bir şeyleri kapatıyorsunuz ya, kreatif bir döngü başlıyor. Ben o anlarda sessiz bir ortamda düşüncelerimle baş başa kalmayı seviyorum,” diyor. Son olarak konu İstanbul Moda Haftası’na geliyor. Daha önce moda haftasına hiç katılmayan Özeri, yakın gelecekte böyle bir planı olmadığını ama bir gün keyifli bir mekanda sunum yapmayı düşünebileceğini söylüyor. Kişisel olarak çizgisini hem çok beğendiğim hem de sohbetinden keyif aldığım tasarımcının yeniliklerini merakla bekliyorum.

hazırlayan EYLÜL SOLAKOĞLU
fotoğraflar MERVE AĞAZAT
 

İlgili Makaleler