Melisa Şenolsun ile Röportaj

22.5 yaşında bunun altını çiziyor, 23 demeye henüz hazır değil Melisa. Dingin, huzurlu, kendini mutlu hissettiği besbelli. Netflix’in yeni yerli dizisi Atiye‘de Cansu isimli bir karaktere hayat veriyor, çok çabalasam da ağzından diziye dair tek kelime koparamıyorum. Sonsuz bir gizlilik içinde ilerliyor proje. Duyduğum kadarıyla güzel bir iş bekliyor izleyicileri. Uğur Yücel’le başrolleri paylaştıkları Nefes Nefese‘nin ardından bir de filmi girecek vizyona Melisa’nın ama ne yazık ki gizlilik bayrakları orada da çekilmiş durumda. Filmin yönetmeni Umur Turagay, fakat şu anda türünü bile saklı tutuyorlar. Yine de röportajımızın devamında konuya dair birkaç detayı paylaşabilmiş olmanın haklı gururunu yaşıyorum. Swissôtel’deki çekimimizde, başından sonuna sonsuz bir uyum içinde geçen bu uzun günde hava durumu bizden yanaydı, yağmuru korku içinde beklediğimiz bir haftanın sonunda yağış tam biz öğle  arası verdiğimizde gerçekleşti ve planlarımızı aksatmadı. Melisa ise giydiği her kıyafetin hakkını vermekle kalmadı, hepsini keyifle taşıdı.
 

  • Nasılsın? Hayatının şu döneminde kendini nasıl hissediyorsun?

Çok iyiyim (gülüyor). İlk başta bir anlamama durumu oluyormuş, ilk başladığımda bu işe herkes, “Ne güzelsin, umarım değişmezsin,” diyordu bana ve pek anlam veremiyordum buna açıkçası, “Neden değişeyim ki?” diyordum kendi kendime. İlk bir buçuk yıl anlamayarak geçiyor o temponun içinde, şimdi şimdi anlamaya başlıyorum ne demek istediklerini. Oturmaya başladı her
şey, üstümden koca bir yük kalktı, sistem, bir düzen geldi ve çok mutlu ve huzurluyum bu sayede.

  • Kendine koyduğun hedeflere hızla ulaşma telaşın oldu mu peki bu süreçte?

Bazen oldu tabii, o hızı hissettim. Bazı seçmelerin heyecanıyla bazı işlerin içinde çok hızlı buldum
kendimi mesela, ama bunun pişmanlık gibi de algılanmasını istemem. Fakat şimdi daha içime sinerek seçebiliyorum önüme gelen projeleri, orası kesin. Yolun daha neredeyse en başında menajerimle de tanıştım, sektöre de çok tesadüfi girdim aslında. Önce okulu bitirmekti hep amacım ama Tatlı Küçük Yalancılar giriverdi hayatıma ve öyle de devam etti. Yaşım o anlamda büyük bir avantajdı. Bu sektörde en çok pişmemi sağlayan iş ise Nefes Nefese oldu. Şehir dışı bir işti ve ilk kez kendi kendime kaldım. Nefes Nefese tecrübesine inandığım kişilerin üzerimdeki ellerini, yardımlarını ve desteklerini her zaman hissettiğim ama kendi kendime de bir şeylerin üstesinden gelebileceğini anladığım bir işti.

  • Uğur Yücel faktörünün de önemliydi değil mi?

Muazzam biri gerçekten. Çok zor bir sahne çekerken bir kere kitlendim mesela, Uğur Abi geldi, bir kelime söyledi ve gitti. Ben çözüldüm o tek kelimeyle. Kelimenin ne olduğunu hatırlamıyorum ama pek çok duygu geçişini saniyeler içinde yaşamam ve karşımdakine de hissettirmem gereken bir sahneydi ve sayesinde çözülüverdi. Bazen de uzun uzun anlatır, tabii anlayana. Bu projede Gülçin Abla (Gülçin Santırcıoğlu) da çok değerli bir katkı verdi hayatıma, bayılıyorum ona da!

  • Erdal Beşikçioglu’yla birlikte Quills isimli tiyatro tecrübeniz oldu.

Ben İzmir Uğur Mumcu Kultür ve Sanat Merkezi’nde başladım tiyatroya ve zaten her şey böyle başladı. Madeleine’i oynadım iki sene boyunca. Günümüzde çok daha rahat oynanabilecek bir oyun değil, ufkumu çok açmıştı. Marquis de Sade, “Aslolan doğadır,” diyor, bunu sert bir açıdan savunsa da onun bakış açısından bakabilmek bana çok şey kazandırdı.

  • Karakterle ilişki kurmak gerekiyor. Kötü insan var mıdır?

Yoktur bence. Yaptığın şeye inanıyorsun. Kötü biri bile olsa inanıyor, inandırıyorsun. Ben bir gün bir filmde adam da öldürebilirim ve seyirci benim tarafımı tutabilir. Benim kendimi inandırmam en önemlisi.

  • Oynamak istediğin roller var mı?

Ah olmaz mı! Tabii ki feminen roller oynamayı istiyorum en başta. İnişli çıkışlı, sarkastik, uçuk kaçık, oynaması çok daha keyifli roller. Ters köşeleri çok seviyorum. Çukur gibi çok beğendiğim, erkek karakterlerin ağırlıkta olduğu bir dizi var mesela ülkemizde, onun kadın versiyonunda oynamayı isterdim. Godfather‘ın Godmother versiyonunda örneğin. İlerleyen yaşlarda bir kadın mafya üyesini oynamak en büyük hayalim!

  • Şu anda ise Netflix’le güzel bir yola çıktınız. Atiye‘den bahsedelim mi? Bahsedebileceğimiz kadarıyla tabii…

Karakterimin ismi Cansu, bir moda tasarımcısı. Daha hiçbir şey izlemedik, gala ne zaman olursa o zaman izleyeceğiz bizler de. Bu hem avantajlı hem de dezavantajlı bir durum. Kendini gördüğünde eksiklerini de görüp düzeltebiliyorsun ama bir yandan da işten kopmana ve soğumana da neden olabiliyor bu bazen. Oyuncu kaygısı tabii, bütününde ne oluyor göremiyorsun. Cansu’yla ilgili beni en çok heyecanlandıran şey de Türk televizyonlarında görmeye alıştığımız kadın karakterlerin biraz dışında oluşu. Kendi dünyası ve jargonu olan bir kız.

  • Şengül Boybaş’ın Dünya’nın Uyanışı kitabından uyarlandı bu senaryo, kitabı okudun mu?

Ozan (Açıktan) okumamızı istemedi, ki ben de onun bu fikrine katılıyorum, duygunun sünmesini sevmiyor o. Kimisi de ne kadar çok o duyguyu çalıştırırsa o kadar iyi yansıtıyor sonrasında. Ama ben de sürpriz insanıyım. Çünkü daha gerçek oluyor verdiğin tepkiler o zaman.

  • Seni bu işe ikna eden ne oldu, prodüksiyona ve senaryoya dair?

Birçok şey oldu. Aslında Adana sürecinden sonra biraz dinlenmek istiyordum, Netflix dahi olsa herhangi bir işin içinde olmayı istemiyordum. “Yeni sezonda yeni iş,” diyordum. Ama bu proje geldi ve senaryosu beni çok etkiledi. Ataerkil bir düzende anaerkil bir konu olması cezbediyor beni en başta da. Bir de ben evren, enerji, karma gibi konularla çok yoğun bir şekilde ilgileniyorum. Konunun bununla ilişkili olması da büyük bir etken oldu. Setin düzeninden de bahsetmek zorundayım, inanılmaz kontrollü, çok huzurlu bir set. Net bir 12 saat kuralı var, uyuyabildiğimiz için dinç oluyoruz, verimliliği artırıyor bu da.

  • Cansu’nun tarzını sevdin mi?

Evet çok! Çünkü sadece güzel giyinen biri değil, gerçekten tarzı olan birini yaratmayı
başardık.

  • Peki bu konuda senin de katkın oldu mu?

Oldu oldu. Ama o anlamda Ozan’a (Açıktan) ve ekibe çok teşekkür ediyorum. Ben oynadıkça ve karakter ortaya çıktıkça bana sordular, birlikte düşündük üzerine. Bir tik bulduk mesela karaktere, sonra ben bir gün, “Cansu’nun hep taktığı bir künyesi olmasa mı Ozan,” dedim Ozan’a, hemen bulup getirdiler. Ciddiye alınmak, birlikte bir şey inşa edebilmek çok önemli.

  • Oyuncularla daha önceden tanışıyor muydun?

Civan Abi (Canova) ve Meral Abla’yla aynı sette olmak çok önemliydi benim için. Civan Abi’nin Ful Yaprakları diye bir kitabı var, okula ilk girdiğimde o kitaptaki Madonna karakteri üzerine çok çalışmıştım. Sete girdiğimiz ilk andan itibaren gidip Civan Abi’ye ona ne kadar hayran olduğumu söylemek istedim hep, birkaç gün sonrasında da gidip soruverdim, “O kitabı nasıl yazdın?” diye.

  • Bu eminim onun için de çok güzel bir şey olmuştur.

Gurur, onur verici… Çok tatlı, her gün sete gelirken bana kendi kitaplığından kitaplar getirmeye başladı, önerilerde bulundu. Mehmet Günsür de arada sette darladığım isimlerden oldu. Workshop soruyorum ona, bedensel tiyatroya geçiş yapmak istiyorum çünkü, onla ilgili fikrini alıyorum…
Kanaga’yı izlemiş miydin, Mehmet Günsür’ün web dizisi. O da benzer bir konuyu ele alıyordu çünkü. Hayır, o da bahsetti ama daha izlemedim. Çok mütevazı, tatlı insanlarla birlikteyim sette. Bundan dolayı da çok mutluyum. Aralarda karavanına gidip konuşuyorum Mehmet Günsür’le çünkü performans yapmak istiyorum. Mu (Diary of Mu) diye bir yönetmen arkadaşım var onunla Amman’a gidip bir klip çektik. Orada yaptığımız şey benim dört elementle birleşmeye çalıştığım bir performansa dönüştü hiç koreografi olmadan çok enteresan bir şey çıktı ortaya.

  • Tiyatro ve performansı birleştirmeyi istiyor olman çok güzel.

Evet, bu hep aklımda, çok erken yaşlardan canım abim Efecan beni Marina Abramovic’le tanıştırdı. O andan beri aklımdan çıkaramadığım gelmiş geçmiş bütün işlerini hayranlıkla izlediğim biri Abramovic. Beşinci sınıfa gidiyordum, biraz erkendi farkındayım, bir çocuk için sert bir başlangıç olabilir ama çok etkilendim.
Ağaç yaşken eğilir, bence güzel bir başlangıç. Bu yüzden bu abilerin ablaların doğru yönlendirmeleri çok önemli.
Abimin de benimle aynı mesleği yapıyor olmasından dolayı çok şanslıyım. Kendini çok geliştiren birisidir o, sürekli araştırır. Benim de ufkumu çok açtı bu anlamda. Bizi hep ikiz zannederlerdi ama dört yaş var aramızda, birlikte büyüdük, hep çok yakın olduk. Her zaman avantaj gibi görülmeyebilir bu ama ben bu durumdan çok mutluyum. Bana hep destek olmuştur.

  • Filmden bahsedelim mi? Biliyorum büyük bir gizlilik içerisindesiniz bu konuda da ama…

Nefes Nefese‘den sonra izleyiciye sanki durdum ve bir şey yapmıyormuşum gibi görünebilir ama aslında öyle değil. Hepsi arka arkaya girecek işte ne güzel aslında, yoğun bir sonbahar-kış sezonu bekliyor seni! Evet beni de heyecanlandırıyor aslında bu durum. Film BKM yapımı, Umur Turagay yönetti. İsmi değişebilir fakat şimdilik Güzelliğin Portresi. Burçin Terzioğlu, Birkan Sokullu, Serkan Keskin, Feridun Düzağaç var ana rollerde. Umur Hoca ve eşi Gamze’yle çalışmak çok keyifliydi benim için. Bundan birkaç sene önce başka bir proje için görüşmüştük aslında ama olmamıştı ve
ben de çok sevmiştim, o da hep beni hatırlatmış bu süreçte eşine. İyi ki kabul etmişim dediğim bir iş ve tecrübe oldu.

  • Bir senaryoyu okuduğun zaman o işin nereye evrileceğini anlayabiliyor musun?

Dürüst olmam gerekirse başlarda anlamıyordum. Neredeyse her senaryoyu beğeniyordum, şimdi yine çok büyük konuşmayayım ama içgüdülerime güvenebilmeye başladım. Bir ses sana, “Yapma,” ya da “Yap,” diyor. Sete, “İyi ki,” diyerek gitmek çok önemli.

  • İki farklı markanın yüzüsün ve genç yaşında bu ilişkileri sağlam kılmak çok önemli, sen nasıl hissediyorsun?

Çok teşekkür ederim. Çok mutlu olduğum birliktelikler bunlar. İlkler ve tecrübeler çok önemli, reklam ve oyunculuk bambaşka iki dünya en başta bunu öğrendim.

Röportaj: Deniz Tokgöz 
Fotoğraflar: Fırat Koçak
Styling: Nazlı Kayran 

İlgili Makaleler