Metropolün Kıyısında Kalakalmak

Tıpkı bir filmin kendisi gibi, onu var etme sürecinin de başlı başına bir hikayesi var.
Bizim hikayemiz on yıldır birlikte çalıştığım arkadaşım, yakınım Ceren Ercan’ın BAU’daki Sinema ve Dramaturji dersini bütün dönem sessizce arka sıradan dikkatle takip etmiş bir öğrencisinin, son derste kendisiyle senaryosunu paylaşmasıyla başlıyor. O senaryonun kapağını, aynı günün akşamında gördüm. İçimde birikmiş ne varsa üç kelimeye sığmış gibiydi; Büyük İstanbul Depresyonu.
Zeynep Dilan Süren’in senaryosunu daha okurken oynamak, lisede çektiği filmlerini benimle paylaştıktan sonra da yapımcısı olmak istedim.
Sürecin içimden bugün akmasının sebebi Büyük İstanbul Depresyonu’nun bir toplumsal felaketi, kaygıyı anımsatması değil; ne olursa olsun birlikte verilen mücadelenin anlatısı olması.
Yazımın başlığı; senaryo danışmanımız Ceren’in iki buçuk sene önce, bu kısa filmi hayata geçirmek üzere üçümüz ilk kez bir masanın etrafında oturduğumuzda söylediği ilk şey, benim de aldığım ilk not.
Bu filmin -çoğu Dilan’la benim üst kuşağımızın üyesi olan- ekibi bir araya gelirken genç bir sinemacıya destek vermekten fazlasını yaptı. Hayatlarımızı sürdürmeye çalıştığımız metropollerde kıyıda kalma ihtimalini, kaygısını deneyimlediği için herkes bu hikayeyi kendi kişisel tarihinin bir yerinden tutup sahiplendi. Bu senaryoyu o ilhamla mekana, uzama, harekete taşıdı.
Yaratıcı yapımcılık üzerine seneler önce heyecanlanmış olmamın sebebi; bir filmin başlangıcından itibaren sanatsal sürecine, sinemanın birimlerinin nasıl birleştiğine ve sete taşındığına dair duyduğum meraktı.
Kültür Bakanlığı’na yapım desteği için başvurmuştuk, reddedildik. Çekimleri bir sonraki yaza erteledik. Ekibimiz, senaryonun çekim yapısının, mevsimsel ve mekansal şartların bizi sette en başta zamansal olarak zorlayacağının altını çizdi. Sonrasında yapımın finansal sürecinde de bir tür yaratıcılık gerekti. Ben ortaklık için profesyonel yapımcılara teklif götürürken, Dilan’ın önerisiyle, filmin tüm yapım süreci, onun BAU dönemdaşlarıyla, arkadaşlarıyla devam etti. İyi ki.
Bilinen tüm yollara, destek fonlarına titizlikle hazırlanıp başvururken bir yandan da kişilerin, kurumların kapısını çaldık. Onlara neden bizi desteklemek isteyebilecekleriyle ilgilifikirlerimizi anlattık. Evet cevabından daha fazla hayır aldık. Ama sonunda tüm sponsorlarımızın desteğiyle, kitlesel fonlama kampanyamızın başladığı hafta, büyük bir finansal risk alarak o sete çıktık. Cesaret bulaşıcı.
Rana Ekinci ve Lidya Erköse salt sinema tutkuları ile bir oyuncunun çizdiği sezgisel yolda sükûnetle çalıştılar. Profesyonel işleyişe alışkın koca bir ekiple, Dilan ve benim nefes almadan çekimde olacağımız setimize nihayet çıktığımızda tüm finansal ve organizasyonel inisiyatifi aldılar. Bir yandan görüntü aktarımının gerçekleştiği, hem ofis, hem de çay ocağımız olan, beş metrekarelik bir mutfaktan, kendi yönetmenlik güdülerinden gelen sarıp koruma kuvvetleriyle, coşku ve neşeleriyle tüm sete, her an kan pompaladılar.
Fotoğrafımı Edze Ali, Beni Sevenler Listesi’nin setinde çekti. Emre Erdoğdu, akranım olup da birlikte çalıştığım ilk yönetmendir. Kar; akıl dışı şartlarda, setin sonunda sayısı bir avuç kalmış bir ekibin, sonsuz sevgi ve çalışma hazzıyla çekildi. Bu duyguyu hiç bırakmadan nasıl çoğalabildiğimizi deneyimlediğim aynı temmuz ayının sonunda, Büyük İstanbul Depresyonu da paydos verdi.
Didem ve Ayşe’nin; İstanbul’da yaşayan, öğrencilikleri biteli bir süre geçmesine rağmen hala iş bulamamış iki genç kadının hikayesinin, bir film olması için çalışan ya da destek veren herkes şimdi; yeni, genç ve ne olursa olsun vazgeçmemiş bir kadın yönetmenin yolculuğunu müjdeleyen, dakikalara uzanarak akan bir jenerik oldu.
Bugün, Didem gibi çıplak ayak evin dört köşesinde ne yapacağımı bilmez halde dolanırken durup, hatırlıyorum. Bana yaşamımda ilham vermiş her bir üretim sürecimi, çalışmanın kıymetini.
Hangi kapıyı niye çaldık, her bir ortak yapımcımız nasıl dahil oldu, hepsini hep beraber anlatabileceğimiz bir geleceğin, bir yerlerde bizi beklediğini biliyorum; festivallerimizde, sinema salonlarımızda, gösterimlerden sonra seyircilerle yapılacak soru cevap etkinliklerinde, sokaklarda, yan yana gelinen masalarda…
Zaman kavramının tüm dünya için her an dehşet veren bir sınava dönüştüğü bugün, kendi dört duvarımız arasında güvende kalıp, herkesi de korumaya uğraşırken, aynı yeryüzünü paylaştığımız milyonlarca can yapayalnız göçerken, bu yasla baş edip, devam edebilmek için başka yol olmadığını biliyorum. Ne olursa olsun birlikte verilen bir mücadelenin getireceği umudun romantizmine sığınıyorum. Ve gerçekliğine.

İlgili Makaleler