Neon

Moda sahnesinin tozunun yuttuklarından beri çok fazla değişim ve dönüşüm geçirdiler. Kimi zaman çok sevilip kimi zaman rüküş bulundular ama her seferinde geri dönmeyi başardılar. Enerjiye fazlasıyla ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde neon renkleri konuşuyoruz.

Neon, diğer adıyla fosforlu renkler; kırmızı, sarı ve maviden oluşan birincil renkler ve onların karıştırılmalarıyla elde edilen yeşil, turuncu ve mor gibi ikincil renklerin canlı tonlarını temsil ediyor. Işığı yaymaları ve parlamaları, onları renk teorisinin en çarpıcı ailesi konumuna getiriyor. Görsel açıdan oldukça zengin olan bu tonlara ulaşmak için tasarımcılar ekstra işlemler yapıyor. Kreatif direktörümüz Onur Çatal, “Neonlar bildiğimiz renk tonlarının can alıcı şekilde patlamış halidir. Pastel tonlar ne kadar yatıştırıcı özelliğe sahipse neonlar da insana o kadar enerji verir. Özel renk pigmentleriyle ulaştığımız bu tonları çok kullanmak göz yorabilir, o yüzden onlara sadece belirli noktalarda yer vermeyi tercih ediyoruz,” diyor. Bu sayfalar bir istisna olsa gerek! Peki nasıl ortaya çıktılar ve modadan kültüre uzanan birçok alanda hakimiyet kurmayı nasıl başardılar?

Fosfor pigmentli boyaların tarihi 1930’lı yıllara dayanıyor, yaratıcıları ise Amerikalı Switzer kardeşler.
Tıp öğrencisi Bob Switzer geçirdiği trajik bir kazanın ardından gözlerinde meydana gelen hasar nedeniyle aylarca evinin altındaki karanlık bir bodrum katında yaşamaya mahkum oldu. Sihirbazlıkla ilgilenen kardeşi Joseph ise
onu eğlendirmenin yollarını aradı ve ikili bu karanlık odada günlerce deneyler yaptı. Sonucunda, kimi kaynaklara göre kazayla, ilk fosforlu pigmenti keşfettiler ve bugün hala alanında lider olan DayGlo markasının yaratıcısı oldular. Oldukça görünür olan neon renkler, bu özellikleriyle uyarı levhaları ve tabelaların, yol tadilatları ve inşaat bölgeleri
gibi tehlike yaratabilecek iş kollarında çalışanların giydiği endüstriyel kıyafetlerin, park alanları, acil servisler gibi yerlerin vazgeçilmez unsuru haline geldi. Hatta reflektörlü ceketler, Fransa başta olmak üzere Avrupa’nın farklı bölgelerindeki işçiler için bir direniş sembolü oldu.

Onları günlük kıyafetler üzerinde görmeye başlamamız ise 80’li yılları buldu. Kumaş boyama konusunda yeni teknolojilerin ortaya çıktığı ihtişamlı 80’lerde, özellikle 70’li yılların vazgeçilmezi toprak tonlar etkisini yitirmeye başladı. Maksimalizm akımının, yoğun gece hayatı ve cybergoth, punk gibi alt kültürlerin yükselişiyle bu renkler popülaritesini giderek artırdı. Kıyafet ve aksesuarları kendilerini ifade ediş biçimi olarak gören bireyler; cesur renk eşleşmelerinin hakimiyetindeki iddialı kombinler, onları tamamlayan büyük kolye ve küpeler, abartılı saç-makyaj görünümleriyle kimliklerini sergilemenin renkli bir yolunu bulmuşlardı. Spor giyimin de vazgeçilmezi haline gelen neonlar, geride bıraktığımız birkaç sezondur da oldukça trend olan spandeks bisiklet şortları, tayt ve body’ler, saç bantlarıyla hemen her yerde karşımıza çıkmaya başladı. Jane Fonda’nın asit sarısı body ve tozluklu karesini kim unutabilir?

Çıkış noktası olan 80’lerim ardından, sonraki yıllarda da çoğunlukla yükselen bir grafikle yoluna devam eden neon trendi, sanat akımlarından dijital ve basılı yayınlara uzandı. Neonların özellikle dergi raflarında dikkat çekecek bir unsur olduğunu fark eden moda dergileri, hem kapaklarında hem de editöryel çekimlerinde bu tonları merkeze almaya başladılar. Bugün hala kapaktaki InStyle logomuzun rengini belirlerken çarpıcı olması faktörünü göz önünde bulunduruyoruz. Buna paralel olarak yüksek modanın neon hayranlığı da giderek arttı. Bakma Oku sayfalarımızın da yıldızı Hermés Birkin çantanın neon fuşya versiyonu sunuldu ve çok satanlar listesinde zirveye çıktı. Chanel’in ikonik tüvitleri, neon renklere büründü. Tıpkı tasarımcılar gibi buna kayıtsız kalmayan yıldızlar da davet ve kırmızı halı görünümlerinde bu sıra dışı renkleri daha sık kullanmaya başladılar.

Geçmişten günümüze birçok defile ve kampanyada yer alan neonlar, İlkbahar-Yaz 2020 podyumlarında sadece yeşil, sarı ve fuşya gibi alışkın olduğumuz versiyonlarda değil, hemen her renkte karşımıza çıktı. Özellikle Valentino podyumundaki kırmızı halıya yakışan tasarımları, muhtemelen gerçekleşebilselerdi Met Gala ve Cannes Film Festivali başta olmak üzere birçok etkinlikte görecektik. Tasarımcılar bu sezon bir güncellemeyi de kumaşlar üzerine yaptılar. Şifon ve satenlerin yanı sıra, suni deri ve vinil gibi kumaşlarla deneyler yaparak çarpıcılık faktörünü yükselttiler. Neonlar sezon defilelerinde sadece kıyafetlerde değil, makyaj görünümlerinde de oldukça revaçtaydı. Mavi, turuncu, yeşil farlar, rengarenk peruklar, Jeremy Scott’ın başı çektiği maksimalist yaklaşımın ipuçlarını veriyordu. Bu furyaya sokağın nabzını  tutan isimlerin kayıtsız kalması mümkün değildi; sokak stilinin yıldızları kimi zaman natürel renklerle dengeleyerek, kimi zaman aynı renk ailesinin farklı tonlarını bir arada kullanarak bu trendi uygulamanın çeşitli yollarını sundular.

Kabul edelim, biz moda severlerin aşk-nefret ilişkisi yaşadığı neonlar, zaman zaman minimalizm bayrağıyla gölgelenseler de kendilerini sevdirmenin yollarını bulmayı başarıyorlar. Athleisure akımından couture sahnesine; sokak stilinden dizi ve film kahramanlarına; bizi mutlu eden dinamik renkler ruhumuzu beslemeye devam edecek gibi görünüyor.
 

YAZI: EYLÜL SOLAKOĞLU

İlgili Makaleler