Zarif ve Işıltılı: Ahsen Eroğlu

  • Sizi en son Ekim 2018’de sayfalarımıza konuk ettik. O zamandan beri gerek kişisel hayatınızda gerek oyunculuk adına neler değişti?

Ne kadar uzun zaman geçmiş… Bu süreçte bana deneyim kazandıran projeler oldu; yurt içi ve yurt dışında çok keyifli zaman geçirmemi sağladılar. Annem Londra’ya taşındı ve bir ayağımın orada olması beni çok mutlu ediyor. Kendimi olgunlaşmış, biraz daha tecrübe edinmiş ama içindeki heyecanı hiç kaybetmemiş genç bir kadın gibi hissediyorum. Bu genç kadını kaybetmeden, mesleğimde ve tutkularımda ilerlemek için elimden geleni yapıyorum.
 

  • Bugünlerde Call My Agent‘ın uyarlaması olan Menajerimi Ara dizisinde izliyoruz sizi. Projeye nasıl dahil oldunuz?

Menajerimi Ara uzun süredir titizlikle hazırlıkları süren bir projeydi ve başından beri bağlantı içindeydik. Kendi menajerimden telefon geldiğinde henüz her şey başlangıç aşamasındaydı. Orijinali olan Fransız versiyonunu izlemeye başladığımda Camille karakteri beni heyecanlandırdı ve rolü çok istedim. Bir çırpıda bitirdiğim, eğlenceli ve akıllıca yazılmış bir iş bana göre. Rolü aldığım henüz belli olmasa da böyle bir hikayenin Ay Yapım vizyonuyla anlatılacak olması sektör adına beni sevindirmişti. Araya sokağa çıkma yasakları girdi. Projenin ilerleyişi ile ilgili merakla beklerken önce deneme çekimi için küçük bir sahne, daha sonra da birinci bölüm senaryosu geldi. Bütün enerjim ve inancımla birkaç deneme çekimini daha atlattıktan sonra güzel haberi bekleme süreci başladı ve bir akşam telefonda bir ses bana, “O kız sensin,” dedi.  Aylarca süren bekleyişin ardından sevinç gözyaşlarıyla bu harika projeye dahil oldum.
 

  • Dicle karakteri en çok hangi yönlerden sizi çekiyor, benzerlikleriniz ve farklılıklarınız neler?

Dicle her şeyden önce çok gerçek bir karakter. Güçlü olduğu kadar kırılgan, cesur olduğu kadar da korkuları var.  Onu İstanbul’a sürükleyen sinema sevgisinin arkasında babasına olan özleminin de yattığını itiraf edemeyecek kadar hassas bir genç kadın. Hayatınıza girdiği anda içindeki cevheri keşfedebileceğiniz ama bu cevher konusunda da oldukça naif biri. Tecrübesizliğinin sakarlığa dönüştüğü anları, ayakları yere basmayan duygusallığını ve heyecanlarını içten hissedebildiğim çok iyi yazılmış bir karakter. Dicle ile benziyoruz çünkü ben de onun gibi sevmeyi seviyorum. Farklıyız çünkü o, Ahsen’den farklı olarak kamera arkasında çok güçlü.
 

  • Dizi vesilesiyle rol icabı da olsa işin oyunculuk tarafından menajerlik tarafına geçiş yapma fırsatı buldunuz. Nasıl bir deneyim?

Aslında çok yabancı olduğum bir alan değil çünkü İzmir’de öğrenciyken sektör hakkında bilgi edinebilmek ve oyunculuk mesleğini istediğime emin olmak için bir süre menajer asistanlığı yaptım. İyi ki de yapmışım, bana çok katkısı oldu ve en azından ne istemediğimi keşfetmemi sağladı. Ayrıca eğitimlerim konusunda beni yönlendiren değerli insanlarla tanıştım. Oyunculuğun kendi içindeki disiplini ve bir menajerin disiplini birbirinden çok farklı. Birinde kendi içinizde bulmanız gereken duygularla boğuşurken, diğerinde iletişimde olduğunuz herkesin duygu durumlarını idare edebilmeniz gerekiyor. Hep söylüyorum; tüm menajerler kriz yönetimi ustaları.
 

  • Dicle iş aramak için İstanbul’a, babasının şirketine geliyor. Bu baba-kız ilişkisi giderek önem kazanacak gibi görünüyor. Peki, sizin ailenizle ilişkiniz nasıldır?

Dicle’yi anlamakta en zorlandığım konu babasına özlem duyması oldu. Ben babamla günde neredeyse 25 kez konuşuyorum. Aile ilişkilerim hep sıkı ve güven vericiydi. Dicle annesiyle büyümüş bir kız, kalabalık bir aile algısı yok. Biz ise kalabalık bir aileyiz. Bu yüzden Dicle’nin durumuyla empati kurduğumda Ahsen olarak onun için çok üzülüyorum. Dicle ve annesinin ilişkisi ise benim aile içindeki özgürlüğümü biraz daha yansıtıyor. Dicle gibi benim de kararlarım ve hedeflerim ailem tarafından hiçbir zaman çok sorgulanmadı çünkü aynı annesi Leyla’nın Dicle’ye güvendiği gibi ailem de bana hep destek oldu.
 

  • Bir de üzerinde çok konuşulacak Dicle-Barış ilişkisi var tabii…

Ayrı dünyaların insanı olan iki kişinin hikayesi gibi görünse de çok insani duygular üzerinden iletişim kurmaya başlıyoruz Barış ile. İzlemeye alışık olduğumuz aşklardan farklı, daha bıçak sırtı bir ilişki bu. Ne Barış’ın ne de Dicle’nin gündeminde ilk sırada aşk var aslında. İkisi de başarmak ve yükselişlerini sürdürmek istiyor. Ancak Dicle’nin Barış’la ilk karşılaşması dahi beklendiği gibi olmuyor ve göz göze geldikleri an birbirlerinden etkileniyorlar. Onlarınki hem sevgi dolu hem de hayatın içinden maceraları barındıran bir arkadaşlık. Bu arkadaşlık sonrasında neye dönüşecek hep beraber izleyeceğiz. Bu arada Deniz Can harika bir çalışma arkadaşı, tıpkı tüm ekip gibi.
 

  • Üniversitede beden eğitimi bölümünde okuduğunuzu, uzun zaman profesyonel voleybol oynadığınızı biliyoruz. Bugünlerde spor hayatınızın neresinde?

Hayattaki tutkularım arttıkça zamanla voleybol dünyasından istemeden de olsa kopmak zorunda kaldım. Ancak spor hiçbir zaman hayatımdan çıkmadı, benim için bir yaşam tarzı ve çocukluğumdan beri haşır neşir olduğum bir alan. Pandemi öncesi iki yıl kadar 5K ve 15K koşu yarışlarına katıldım. Setten kaçta dönersem döneyim rutin hareketlerimi tamamlamadan yatağa girmedim. Şu günlerde ise çok yoğun bir tempoyla çalışıyorum. Buna rağmen her boş anımı hareket ederek geçirmeye çalışıyor, daha çok evde pilates yapıyorum.
 

  • Tüm bu eğitimler ve erken yaşta başladığınız oyunculuk size disiplin katmış olsa gerek. Düzenli bir hayatınız var mı?

Bu disiplini her şeyden önce ailemden aldığımı düşünüyorum. Kendimi bildim bileli tüm aile fertlerim hep bir şeylerle meşgul ve bu çalışkanlık da kendi içinde bir disiplin getiriyor. Özellikle annem bu konuda bana her zaman örnek olmuştur. Bu düzene alıştığım için her işimi kendim görüyor, sorumluluklarımı daima yerine getiriyorum. Şanslıyım ki bu disiplin beni oyunculuk mesleğine biraz daha hazır hale getirdi. Çünkü sanatın her dalında olduğu gibi oyunculuk da ciddi bir disiplin gerektiriyor. Menajerimi Ara’yı izledikten sonra izleyiciler bunu daha iyi anlayacaklardır.
 

  • Sanatın birçok koluna ilginiz var. Özellikle resim tutkunuz çok ön planda. Yıllar içinde nasıl bir tarza evrildiniz?

Sadece yıllar içinde olsa iyi, tarzım her geçen dakika evriliyor. Yakın zamanda teknoloji ve yapay zeka gibi konuları takip eder oldum, özellikle resim sanatının gelecekte nereye evrilebileceğiyle ilgili büyük merak içindeyim. Bu nedenle de aslında günümüzde yaşayan ve üreten ressamlarla çok fazla haşır neşir olmaya başladım. Sosyal medyada geçirdiğim zamanın yüzde 90’ı sanat hesaplarını, yeni tabloları ve teknikleri keşfetmekle geçiyor. Her incelediğim eser gözümü biraz daha geliştiriyor ve henüz oturmamış olsa da gelecekteki tarzımı biraz daha şekillendiriyor. Son zamanlarda ise beni takip edenlerin artık sıkılmış bile olabileceği deneysel çalışmalar yapıyorum. Evde çok bulunamadığımdan kağıt veya tuvale çizmeyi özlesem de daha çok tablet üzerinde dijital çizimler üretiyorum. Ayaklar ve eller, mood’ları yansıtan uzuvlar, deforme olmuş bedenler, aykırı renkler ve Matisse’in tarzına yakın çalışmalar bu ara parmaklarımın arasından geçiyor.
 

  • Doğayla, çevreyle, hayvanlarla yakın bir ilişkiniz var. Maggie başta olmak üzere tabii. Nasıl tanıştınız onunla?

Maggie resmen hayatımın ortasında çiçek gibi açtı ve evladım oldu. Kedi sahiplendirme hesaplarını takip ederek yuva bulmalarına yardımcı oluyordum ki Maggie’nin fotoğrafını gördüm! Görür görmez aşık oldum suratına. Dört aylıktı ve bir kanepenin üzerinde tepetaklak yatıyordu. Hemen iletişime geçtim. Onu aldığım gün Maggie henüz miyavlamayı öğrenmemişti. Şimdi yediklerimiz bile aynı. Bir de evim botanik bahçe gibi, bitkilerle zaman geçirince yüzüm gülüyor resmen. Patates ektim, hepsini topladım minik  minik. Domateslerim var şimdi saksıda, onların olgunlaşmasını bekliyorum.
 

  • Çevre sorunlarıyla da yakından ilgilisiniz. Bu bağlamda neler yapıyorsunuz?

Yaşadığımız çağda doğup büyüyen herhangi bir insanın çevre sorunlarını görmezden gelmesine aklım ermiyor. Her şeyden önce plastik kullanımını hayatımdan neredeyse tamamen çıkardım. WWF gibi kuruluşların tüm etkinliklerini takip ediyor ve çoğu zaman satın aldığım giysileri  geri dönüştürülebilir malzemelerden seçiyorum. Yemek artıklarını heba etmiyor, elimden geldiğince saksı çiçeklerimin topraklarına ekliyorum. İsraftan yana olmayan bir hayat benimsemeye çalışıyor ve en azından herkesin bu konudaki haberleri takip ederek bilinçlenmesini istiyorum.
 

  • Bugüne kadar seyahatlerinizde sizi en çok etkileyen yer neresiydi? Bir Potterhead olarak İngiltere olabileceğini tahmin ediyorum.

İnanmayacaksınız ama Londra’yı ilk ziyaret ettiğimde henüz Harry Potter kitaplarının hiçbirini okumamıştım. Londra’da geçirdiğim zaman boyunca çok yakın bir arkadaşımın Harry Potter sevgisi sayesinde film stüdyolarını, mekanları, kitapçıları gezdim. O dünyanın genişliği ve büyüklüğü beni öyle etkiledi ki Türkiye’ye dönünce ilk iş olarak kitaplara başladım. Yani, Londra Harry Potter’dan önce de favori şehrimdi çünkü National Gallery’de saatlerce tabloları izleyebiliyor, resim  ve oyunculuk workshop’larına katılma fırsatı bulabiliyordum. Şehrin sokakları, yağmur, insanlar bana hep ilham verdi ve Potterhead olarak da beni hep çekti.
 

  • Yakın gelecekteki hedefleriniz neler?

Oyunculuk alanında sürekli gelişim gösterme hedefimin yanı sıra, en yakın hedeflerim ürettiğim eserlerden bir sergi açmak ve iyi bir portfolyo hazırlayarak eğer başarabilirsem Royal Art Academy’de resim üzerine yüksek lisans yapmak.

 

RÖPORTAJ EYLÜL SOLAKOĞLU FOTOĞRAF DENİZ ÖZGÜN – ASİTANE STYLING NAZLI KAYRAN

İlgili Makaleler