Fotoğraf: @netflix
Guillermo del Toro’nun uzun zamandır beklenen Frankenstein uyarlaması 7 Kasım’da Netflix’te izleyiciyle buluştu. Jacob Elordi, Oscar Isaac ve Mia Goth’un büyüleyici tarzıyla öne çıkan kadrosuyla gotik romantizmi yeniden canlandıran film, klasik hikayeyi bu kez karanlıkla estetiğin iç içe geçtiği bir anlatımla ele alıyor. Mary Shelley’nin bebeğini kaybettiği dönemde kaleme aldığı roman, erkek egemen bir dünyada “yaratma” arzusunu yeniden sorgularken, del Toro’nun filmi bu içsel çatışmayı etkileyici bir görsellik üzerinden yeniden yorumluyor. Bu çarpıcı hikayede, karakterlerin iç dünyası kadar kostümler de konuşuyor. Kate Hawley’nin tasarımları, Frankenstein evreninde adeta ikinci bir anlatı yaratıyor. Mia Goth’un karanlık ama sofistike tarzı ise yalnızca görünümünü değil filmin atmosferini de şekillendiriyor.
Mia Goth’un Elizabeth kostümleri: Karanlığın içindeki ışık
Mia Goth’un canlandırdığı Elizabeth, gotik bir hikayenin içinde neredeyse büyüsel bir figür. Kostüm tasarımcısı Kate Hawley, karakteri “böcek kanadı kadar narin, bir o kadar da dayanıklı” olarak tanımlıyor. Bu fikir, elbiselerde kullanılan zümrüt, safir ve ametist tonlarıyla hayat bulmuş. İnce ipek tabakalar ve ışıltılı organze kumaşlar, ışık vurduğunda deniz kabuğu yüzeyi gibi renk değiştiriyor. Böylece Elizabeth’in varlığı sanki hem dünyevi hem dünya dışı bir hale bürünüyor.
Bir hikayeyi birleştiren elbise: Gelinlik
Kostüm tasarımcısı Kate Hawley, Elizabeth’in gelinliğini “hikayenin merkezini birbirine bağlayan parça” olarak tanımlıyor. Filmde Mia Goth’un hayat verdiği Elizabeth’in, Viktor’un kardeşiyle evlendiği sahnede gördüğümüz bu elbise, klasik bir düğün kıyafetinden çok, yaratım ve ölüm arasındaki ince çizgiyi temsil ediyor. İsviçre tarzı korsesi, kemik formunu andıran dikiş hatları ve kollarındaki kurdele detaylarıyla adeta anatomik bir dil konuşuyor. Gelinlik, geleneksel beyazın saflığından çok uzak. Del Toro’nun dünyasında bu renk, saflıktan ziyade bir tür “yeniden doğuş”u sembolize ediyor. Mary Shelley’nin “modern Prometheus”una bir selam gibi, bu yaratım fikri burada hem güzelliğin hem yıkımın biçimini alıyor.
Doğadan ilham alan zarafet
Hawley, Elizabeth’in gardırobunu “doğayla iç içe bir anlatı” olarak kurgulamış. Her elbise botanik motiflerle, damar hatlarını andıran desenlerle, böcek kanadı ışıltılarıyla bezenmiş. En dikkat çekici parçalardan biri ise X-ray baskılı mavi elbise. Viktorya dönemine özgü işlemeli yüzeylerle neredeyse bir sanat eseri gibi. Ayrıca gece sahnesi için hazırlanan bu tasarımda 60 metrelik kumaş kullanılmış. Işığın altında parlayan elbise, Elizabeth’in hem kırılgan hem büyüleyici yanını kusursuz biçimde yansıtıyor.
60’ların korku sinemasına gönderme
Bir diğer dikkat çekici görünüm ise Elizabeth’in deniz köpüğü yeşili transparan geceliği. Hawley, bu sahnede Del Toro’nun “karakterin siluetini sade ama etkileyici biçimde göstermek istediğini” söylüyor. 60’ların korku sinemasına zarif bir gönderme yapan bu tasarım, hem “Rosemary’s Baby”nin hem Sharon Tate’in o “ışıklı ama kırılgan” estetiğini anımsatıyor. O sahnede Mia Goth’un performansı, hem kırılgan hem de güçlü haliyle gotik dünyanın en canlı figürüne dönüşüyor.
Anatomiden estetiğe: Yaratığın dünyasına geçiş
Filmin son bölümüne doğru Elizabeth’in kıyafetleri giderek yaratığın dünyasını yansıtmaya başlıyor. Hawley’nin deyimiyle, bu noktada karakterin elbiseleri “Yaratığın dünyasının yankısı” haline geliyor. Renk paleti beyazdan gri ve mavi tonlara kayarken, kumaşlar da daha ham, daha teni andıran dokulara dönüşüyor. İsviçre tarzı bodice, iskelet formuna göndermeler yaparken danteller ve bağcıklar, insan bedeninin anatomik hatlarını sessizce izliyor. Böylece Elizabeth’in dönüşümü yalnızca duygusal değil, görsel bir evrime de dönüşüyor.
Tiffany arşivinden bir masal
Frankenstein’ın gotik atmosferine lüks bir dokunuş katmak için, Tiffany & Co. arşivinin 200 yıllık kapıları ilk kez bir film prodüksiyonuna açılmış. Mia Goth’un canlandırdığı Elizabeth için seçilen parçalar arasında 40 karatlık Wade Necklace ve Louis Comfort Tiffany’nin tasarladığı Scarab Necklace öne çıkıyor. Böcek kabuğunu andıran iridesan taşlar, karakterin doğayla kurduğu bağı mücevher formunda yeniden yorumluyor. Bu parıltılar sadece şıklık değil, hikayenin duygusal hafızası gibi çalışıyor. Filmin yaşam, ölüm ve yeniden doğuş temaları aksesuarlar üzerinden de sessizce işleniyor.
Del Toro’nun gotik vizyonunun ilham haritası
Del Toro, Frankenstein’ı yaratırken tek bir döneme sıkışmak istememiş. Kostüm tasarımcısı Kate Hawley, yönetmenin ilham kaynaklarını “David Bowie’den Prince’e, Lord Byron’dan Mary Shelley’nin dünyasına uzanan geniş bir yelpaze” olarak tanımlıyor. Victor Frankenstein’ın silueti bu yüzden hem romantik hem isyankar; bilimin değil, sanatın sınırlarında gezinen bir figür. Bu estetik anlayış, Mia Goth’un gotik stile sahip Elizabeth yorumunda da yankı buluyor. Böylece Frankenstein sadece bir film değil, sezonun en karanlık ama en şık ilham kaynaklarından biri haline geliyor.
İlginizi çekebilir >>>>> Jennifer Lopez’in Versace elbisesi nasıl Google Görseller’i hayata geçirdi?
