İçselleştirilmiş mizojini, kadınların toplumda maruz kaldıkları cinsiyetçi söylem, tutum ve beklentileri zamanla kendi düşünce yapılarına entegre etmesiyle şekilleniyor. Başka bir deyişle, kadınlar zamanla kadınlara yönelik ayrımcı yargıları benimseyip bu yargıları kendi cinsiyetlerine karşı da kullanmaya başlıyor. Bu durum sadece bireysel bir içsel çatışmayı değil, kadınlar arasındaki dayanışmayı zedeleyen bir toplumsal yapıyı da besliyor.
İçselleştirilmiş mizojinş, çoğu zaman fark edilmeden gündelik yaşamın içinde kendini belli edebiliyor. Başka bir kadının görünümünü küçümsemek, seksist klişeleri tekrar etmek ya da erkek onayını kadın dayanışmasının önüne koymak gibi. Bu düşünce kalıpları, toplumsal cinsiyet rollerinin ve ataerkil normların bir sonucu olarak, kadınların zihinlerine erken yaşlardan itibaren işleniyor.
Kimi zaman bir rekabet duygusu, kimi zaman “erkek gibi” davranmanın daha güçlü olmakla eş tutulması bu içselleştirmenin yansımaları arasında yer alıyor. Kadınlar kendilerini ve birbirlerini yargılarken farkında olmadan ataerkil sistemin dilini kullanıyor. Özgüveni törpülüyor, potansiyeli sınırlıyor ve eşitlik mücadelesini içeriden zayıflatıyor.
Kavramı anlamak ve görünür kılmak, hem bireysel hem de kolektif farkındalık için kritik bir adım. Feminist mücadele sadece dışsal baskılara karşı değil, bu baskıların içselleştirilmiş formlarına karşı da devam ediyor. İçselleştirilmiş mizojiniyle yüzleşmek, kadınlar arasında daha şefkatli, anlayışlı ve destekleyici ilişkilerin kurulmasının da önünü açıyor.
Dilimize, ilişkilerimize ve davranışlarımıza dikkatle bakmak; belli önyargıların hangi koşullarda öğrenildiğini ve kimlerin işine yaradığını sorgulamak feminist dönüşümün önemli bir parçası.