Bir arkadaşınız size içini döküyor. Siz başınızı sallıyor, arada onaylıyorsunuz. Ama zihniniz başka yerde: Belki günün planını yapıyorsunuz, belki de sadece kendi sıranızı bekliyorsunuz. Çünkü anlatmak istediğiniz çok şey var ve onun cümlesinden çok, sizin sıranızda ne diyeceğinizle ilgileniyorsunuz.
Bu durum yalnızca romantik ilişkilerde değil; arkadaşlıkta, iş hayatında, aile içinde de geçerli. Herkes anlatmak ister ama pek azı gerçekten duyulur. Çünkü çoğumuz, dinlerken anlamaya değil, cevap vermeye hazırlanıyoruz.
Oysa dinlemek doğuştan gelen bir refleks değil; öğrenilebilen, geliştirilebilen bir beceri. Ve bu becerinin ne kadar eksik olduğunu görmek için çok uzağa bakmaya gerek yok. Kimi zaman fark etmeden yaptığımız küçük davranışlar, ilişkilerimizi zedeleyen büyük bir sorunun işaretidir: Toksik dinleyicilik.
Kulağa sert geliyor olabilir ama burada söz konusu olan kasıtlı bir zarar değil; çoğu zaman yalnızca bir farkındalık eksikliği. Yani kimseye bilerek zarar vermiyorsunuz belki, ama yine de sonuç değişmiyor: Anlatan kişi zamanla kendini değersiz, yalnız, anlaşılmamış ve hatta susturulmuş hissedebiliyor.
Peki, siz farkında olmadan toksik bir dinleyici olabilir misiniz?
Sürekli kendi hikayenizi anlatma refleksiyle savaşıyorsanız
Bir arkadaşınız “Bu ara çok zorlanıyorum, içim daralıyor” gibi cümleler kurduğunda – hemen “Aynı ben! Geçen gün ben de…” diye söze atlıyor, ya da sevgiliniz “Patronum bu aralar çok üstüme geliyor,” dediğinde siz, “O bir şey mi, asıl bizimki” diye kendi hikayenize geçiyorsanız: karşınızdakini dinlemiyor, sadece sahne ışığını çalıyorsunuz.
Sessizliği pasif-agresif bir kalkan olarak kullanıyorsanız
“Sen anlat, ben dinliyorum” diyorsunuz ama ne göz teması var, ne mimik… Cümle biter bitmez gelen otomatik bir “Haklısın” ise samimiyetten çok uzakta. Karşınızdaki konuşurken telefona dalmak, etrafa bakmak ya da sessizliğe sığınmak—bunlar fark etmeden “Seni aslında duymuyorum” demenin yolları. Sessizlik hepimize bazen iyi gelebilir ama burada bir anlayış değil, aranızda mesafe yaratır.
Çözüm makinesi gibi davranıyorsanız
“Bunu neden onunla konuşmadın ki?”, “Bence bu kadar büyütülecek bir şey değil”, “Pozitif düşün, geçer zaten…” gibi cümleler, iyi niyetli görünse de çoğu zaman hiç iyi hissettirmez. Çünkü biri derdini anlatırken hemen analiz moduna geçmek, farkında olmadan empati değil, yargı sunmak demektir. Oysa her zaman çözüm aramayız; bazen sadece anlaşılmak isteriz. Ve tam da bu yüzden, o an duyulmak yerine yönlendirilmek, karşımızdakine en son ihtiyacımız olan şeyi vermek olur.
Konuyu değiştiriyorsunuz
Karşınızdaki bir acısını, kaybını ya da onu geceleri uykusuz bırakan bir kırgınlığını sizinle paylaşıyor. Siz başta dikkatle dinliyor gibi görünseniz de, o can alıcı vuruş geliyor: “Hmm… Neyse, en son ne oldu biliyor musun?”
Belki laf olsun diye söylüyorsunuz ya da karşı tarafı daha fazla üzmemek için konuyu dağıtmaya çalışıyorsunuz. Ama bu anda tüm odağı kendinize çekiyor ve onun duygusunu yarıda bırakıyorsunuz. Bu davranış yüksek sesle söylenmese de karşınızdakine çok net bir mesaj verir: “Senin yaşadıkların şu an benim için öncelikli değil.”
Cevap vermek için dinliyorsunuz
İletişimde en yaygın ama en görünmez hata bu: Bir cümle daha tamamlanmadan cevabı hazırlamaya başlamak. Dışarıdan bakıldığında konuşma akıyor gibi görünse de, aslında orada gerçek bir temas yoktur. Çünkü burada dinlemek, anlamak için değil; konuşma sırası kapmak içindir. Cümleyi bölmek, sözünü kesmek ya da hemen karşılık vermek… Bunlar diyalog değil, kişisel bir performans gösterisidir.
Peki, ne yapmalı?
Günün sonunda iyi bir dinleyici olmak için harika cümleler kurmanıza, her şeyi çözmenize ya da bir terapist gibi davranmanıza gerek yok. Çoğu zaman insanlar çözüm değil, sadece yanında biri olduğunu hissetmek ister.
Nasıl düzeltilir?
Göz teması kurun
Dinlemenin en yalın ve etkili yolu bazen sadece bakmaktır. Karşınızdaki kişi, gözlerinizde “Şu an önceliğim sensin” duygusunu gördüğünde, gerçekten orada olduğunuzu hissedecektir. Çünkü birçok duygusal temas, kelimelerden önce bir bakışla başlar – bu da ”seni dinliyorum” demenin en sessiz ama güçlü halidir.
Gerçek ilgiyi gösteren sorular sorun
Ezberlenmiş cümleler yerine içten gelen sorular yöneltin. “Bu sana ne hissettirdi?” ya da “O anda en çok neye ihtiyaç duydun?” gibi sorular, karşınızdakine gerçekten duyulduğunu hissettirecektir. Sadece soru sormayı konuşmayı sürdürmek için değil, anlama niyet ettiğiniz için yapın.
Onun temposuna uyumlanın
Anlatmak herkes için aynı kolaylıkta ya da hızda gerçekleşmez. Kimi duygular hemen paylaşılırken, kimileri zamana ihtiyaç duyar. Bu yüzden hemen cevap vermek ya da cümleleri tamamlamak yerine, karşınızdakine kendi hızında düşünme ve ifade etme imkanı tanıyın. Sessizlik oluştuğunda bundan rahatsız olmak yerine, onun bir parçası olun – çünkü bazı duygular, sadece sessizlikte yer bulur.
Sessizliği kaçmak için değil, alan açmak için kullanın
Konuşmalar arasında oluşan boşluklar çoğu zaman huzursuzluk kaynağı gibi algılansa da, aslında duyguların yerleşmesi için bir fırsattır. Sessiz kalmak, o anda bir şey söylememek değil; karşınızdakine kendi duygusunu bulması için alan tanımaktır. Önemli olan, bu boşlukları nasıl doldurduğunuz değil, o anlarda nasıl durduğunuzdur.
“Seni dinliyorum” demenize bile gerek yok, yeter ki hissettirin
Bazen en derin anlayış, sözcüklerden değil, beden dilinden gelir. Küçük bir baş hareketi, kısa bir bakış ya da sakin bir duruş bile karşınızdakine anlaşıldığını hissettirebilir. Ve tam da bu his, ilişkilerde güvenin temelini atar. Çünkü dinlenmek, sadece duyulmak değil; görülmek, hissedilmek ve önemsenmektir.
Unutmayın: Dinlenmek, sadece duyulmak değil; görülmek, hissedilmek ve önemsenmektir. Ve iyi bir dinleyici olmak, çoğu zaman sadece orada, gerçekten orada olmakla başlar.
Kapak: iStock
İlginizi çekebilir >>>>> İlişkilerde bağlanma türünüzü bilmek neden önemli?