“Toksik pozitiflik” ruh halinizi sabote ediyor olabilir mi?

10 Temmuz 2025
Toksik pozitiflik

“Toksik pozitiflik” herkes için farkı bir anlama gelebilir. En son ne zaman biriyle gerçekten nasıl hissettiğinizi paylaştınız? İçten, filtresiz, “şu an kötü hissediyorum” diyebildiğiniz o anı kolayca hatırlıyor musunuz? Ya da tersinden soralım: En son kimin iyi olmadığını hissettiniz? Belki story’lerinde her gündemin dışında kalıp, en huzurlu hayatı yaşıyormuş gibi görünen liseden tanıdığınız o kişi; belki de ofiste size “her şey şahane” deyip, iki dakika sonra boş bakışlarla bilgisayar ekranına kilitlenen iş arkadaşınız…

En son, hayatınızda bir aksilik yaşadığınızda “pozitif kalmanız” gerektiği söylendiğinde ne hissettiniz? Kendi hislerinizden uzaklaşıp, olması gerekenin size dayatıldığı bir ruh haline bürünmek zorunda kalmak, sahici duygularınızı bastırarak sahte bir iyilik hali sergilemek… İşte toksik pozitiflik tam da bu noktada başlıyor: duyguların değil, beklentilerin yönettiği bir psikolojik illüzyon kurarak.

Günümüz dünyasında ve sosyal medyasında, hepimiz ‘’iyi gibi görünmek’’ oyununu fazlasıyla ciddiye alıyoruz. Tam anlamını ve ruhunu kavrayamamış durumlarda olsak da, evimizin belirli yerlerinde – bazen yatak odamızda, mutfakta kahve aldığımız dolabın üstünde – ya da tırnağımızı yaptırdığımız salona girdiğimizde ‘’good vibes only’’ yazılarını çerçeveletilmiş şekilde görüyoruz. Sosyal medya paylaşımlarının altına yazılmalarından hiç söz etmiyoruz; bu satırlara geldiğinizde, siz de bu ifadeyle ne kadar sık karşılaştığınızı fark ediyorsunuzdur zaten.

Maalesef bu pozitiflik ve mutluluğun yanlış tanımlanmış hali, doğası gereği tehlikesiz gibi görünse de aslında yanlış ve uygunsuz bir durumda kaldığınızda tehlikeli olabiliyor. Zira bu “sürekli mutlu olma” baskısı, bizi duygularımızı bastırmaya, hislerimizi inkar etmeye ve sonunda kendimize yabancılaşmaya itiyor.

Toksik pozitiflik nedir, ne değildir? 

En yalın haliyle toksik pozitiflik; olumsuz duyguları inkar etmek ya da üzerini örtmek anlamına gelir. “Üzülme”, “kafaya takma”, “olumlu düşün” gibi iyi niyetli ama yüzeyde kalan cümlelerin ardına gizlenerek, bizi aslında yaşanması gereken duyguları bastırmaya iter. Zamanla bu bastırma hali, bir savunma mekanizmasından çıkıp duygusal bir kaçış alanına dönüşür. Böylece zorluklar karşısında ne hissettiğimizi fark etmeyi bırakır, duygularımızla gerçek anlamda temas kuramaz hale geliriz.

Gerçek duygularla yüzleşmekten uzaklaştıkça, içsel dayanıklılığımız da aynı oranda zayıflar. Çünkü bir duyguyu bastırmak onu yok etmek değil, daha sonra daha güçlü bir şekilde karşımıza çıkmasına zemin hazırlamaktır. Hissetmeden atlatmaya çalıştığımız her şey, bize dönüş yolunu mutlaka bulur. Ve işte tam da bu yüzden, toksik pozitiflik bizi iyileştirmekten çok yalnızlaştırır; hissetmek yerine rol yapmaya, yüzleşmek yerine kaçınmaya zorlar.

Oysa duygusal olarak güçlü olmak, sadece neşeyle değil; hüzün, kızgınlık ve kırgınlık gibi duyguları da aynı açıklıkla kabul edebilmekle ilgilidir. Gerçek psikolojik denge ise, tüm duyguların uyum içinde var olabildiği bir içsel dünya kurabilmekten geçer. Tam da bu nedenle, “azı karar, çoğu zarar” sözü yalnızca davranışlarımız için değil, duygularımız için de geçerlidir. Çünkü fazla iyimserlik, ölçüsüz mutluluk ya da sürekli üretken olma çabası—başta motive edici gibi görünse de—zamanla kişinin üzerinde baskı kuran bir zorunluluğa dönüşebilir. Bu da bireyin kendi gerçekliğinden uzaklaşmasına, hislerini bastırmasına ve kendine yabancılaşmasına neden olur. 

Toksik pozitiflik
@Pexels

Toksik pozitiflik neden ruh sağlığınız için tehlikeli?

Olumsuz duygularla yüzleşmek yerine onları bastırmak, başlangıçta rahatlatıcı gibi gelebilir. Ancak bu geçici his, zamanla içsel bir yük haline gelir ve hem ruhsal hem de fiziksel sağlığımızı olumsuz etkiler. Bu nedenle, toksik pozitifliğe karşı farkındalık geliştirmek ve duygularımızla sağlıklı bir bağ kurmayı öğrenmek, bizi yalnızca duygusal olarak değil, aynı zamanda kriz anlarında da daha dayanıklı kılar. Gerçek iyilik haline ulaşmak için, hissettiklerimizi bastırmak yerine onlara alan tanımamız gerekir. Neden mi? İşte birkaç temel sebep:

Bastırdığın ve yok saydığın her duygu, bir gün sana geri döner

Bir duyguyu yok saymak ya da görmezden gelmek, onun ortadan kalktığı anlamına gelmez. Tam aksine, bastırılan her duygu iç dünyamızda birikir ve zamanla daha da güçlenerek geri döner. Tıpkı halının altına süpürülmüş toz gibi… Günlük yaşamda farkında olmadan artan stres, uykusuzluk, gerginlik ve motivasyon kaybı bu bastırılmış duyguların yansımaları olabilir. 

Duygular, yönümüzü bulmamıza yardımcı olan işaretlerdir 

Korku, öfke ya da üzüntü gibi zorlayıcı hisler ilk başta rahatsız edici olabilir, ancak bu duygular aslında bize bir şey anlatmaya çalışır. Beynimiz aracılığıyla gelen içsel mesajlardır bunlar; sınırlarımızı, ihtiyaçlarımızı ve değişime olan ihtiyacımızı gösterir. Ancak sürekli olarak tekrarlanan “iyi ve olumlu düşün” baskısıyla yaşadığımızda, bu mesajları duymamayı öğreniriz. Böylece farkında olmadan kendimizi uyaran iç sesimizi susturur, gerçek sorunları görmezden geliriz. 

Bastırılan duygular, beden diliyle konuşur

İfade edilemeyen duygular, bir noktadan sonra zihni terk edip bedene yerleşir. Baş ağrıları, mide sorunları, kas gerginlikleri ya da kronik yorgunluk hali… Tüm bunlar, bastırılmış duyguların fiziksel dilidir. Özellikle uzun süreli duygusal bastırma, sinir sistemi üzerinde kalıcı etkiler yaratabilir.

Sahte iyilik hali, gerçek bağ kurmayı zorlaştırır

Sürekli güçlü ve pozitif görünmeye çalışmak, başkalarıyla yüzeysel ilişkiler kurmamıza neden olur. Gerçek bağlar ise ancak savunmasızlığa izin verilen alanlarda gelişebilir. Yakınlık, “iyiymiş gibi” davranmakla değil; gerçekten nasılsak öyle olabildiğimizde ortaya çıkar.

Acıdan kaçmak değil, onunla kalabilmek güç göstergesidir

Hiçbir insan yalnızca iyi hislerden ibaret değildir; tıpkı mutluluk gibi acı, üzüntü ve öfke de hayatın doğal ve kaçınılmaz parçalarıdır. Üstelik bu duygular sadece zorlayıcı olmakla kalmaz, aynı zamanda bize önemli mesajlar taşır. Karar verirken yönümüzü bulmamıza yardımcı olur, empati kurmamızı sağlar ve insan ilişkilerimizi derinleştirirler. Bu yüzden hoş olmayan duygulardan kaçmak çoğu zaman mümkün değildir; dahası, gerekli de değildir.

Toksik pozitiflik, hayatı yalnızca “iyi hissettiklerimiz” üzerinden yaşamak gerektiğini fısıldayan görünmez bir kurallar bütünü. Ama insan olmanın özü, her duyguda biraz kalabilmekten geçiyor. Bazen yorulmak, bazen üzülmek, bazen hiçbir şey yapmadan sadece durmak… Bunların hepsi yaşamın ta kendisi. Gerçek duygularla bağ kurmayı seçtiğimizde, yalnızca kendimize değil, etrafımızdakilere de “iyi görünmek zorunda değilsin” deme cesareti verebiliriz. Çünkü iyi hissetmek, çabalayarak ulaşılacak bir hedef değil; duygularımıza alan tanıdığımızda kendiliğinden gelen bir hal.

Gülümsemek elbette güzel; ama bazen sadece durup hissetmeye izin vermek, kendimize verebileceğimiz en şefkatli yanıt olabilir.

Kapak: Pexels

İlginizi çekebilir >>>>> TikTok’un melankolik trendi: “Sad Girl Aesthetic” nedir?

Dilara Melisa Yaman

Bahçeşehir Üniversitesi'nde Yeni Medya lisans eğitiminin ardından Halkla İlişkiler yan dalını tamamlayan Melisa, yazma tutkusunu erken yaşta keşfetti. Öğrencilik yıllarında TheCollector ve ArtReview gibi platformlarda editör asistanlığı yaparak sanat tarihi, mitoloji ve global trendler üzerine içerikler üretti. Bu alanlarda içerik üretme deneyimini pekiştirdikten sonra, şimdi kendi ilgi alanlarını profesyonel kimliğiyle birleştirerek InStyle Türkiye'de yazar olarak görev yapıyor. Şehirli, dinamik ve cesur bir üslupla; ilişkiler, trendler ve kadın dünyasına dair yazılar kaleme almaya devam ediyor.

Daha Fazla İçerik

Karar verme yorgunluğu nedir ve günlük hayatınızı nasıl etkiler?

Sabah ne giyeceğinizden tutun da gün içinde ne yiyeceğinize, hangi

Ne “Boss Babe” ne “Soft Girl”: Yeni nesil kadın olmanın ortası var mı?

Bir yanda kariyer motivasyonuyla dolup taşan “boss babe”ler, diğer yanda