StyleIn – Mina Akdağ

24 Temmuz 2025
mina Akdağ

Yaz günleri gibi hafif, zaman gibi derin bir Büyükada deneyimine tanıklık ediyoruz. Genç ve güzel bir iş kadını olan Mina Akdağ ile buluşmamızda, hiç şüphesiz eşsiz bir mekandayız. Ailesinin nesillerdir kurduğu bir hayalin ürünü olan bu özel resort, Osmanlı döneminden kalma tarihi bir köşkün çevresinde, doğaya ve geçmişe saygı anlayışıyla inşa edilmiş. İstanbul’a yalnızca 10 dakika mesafede yer alan bu mekan, hem rafine hem de samimi bir otel anlayışıyla hayata geçirilmiş.

mina akdağ stylein

“Princes’ Palace Resort, ailemizin nesillerdir hayalini kurduğu bir mirası yaşatma fikriyle doğdu. Büyükada’nın kalbinde konumlanan bu özel tesis, kökeni Osmanlı dönemine dayanan tarihi bir köşkün etrafında, doğaya ve geçmişe saygıyla inşa edildi. Markamızın ruhunu doğru kitlelerle buluşturmak için yaratıcı anlatıdan uluslararası konumlandırmaya kadar her alanda aktif çalışıyorum. Burayı, yurt dışında rastladığımız aile ruhuna sahip, rafine ama samimi oteller gibi işletmek istedik. Büyükada’nın zarif ve nostaljik karakterine hazır bir marka giydirmektense, kendi kimliğini bulmasına alan açmak bizim için çok daha değerliydi,” diye anlatmaya başlıyor Akdağ ve ekliyor, “Evim, tesisin içinde yer alıyor. Tüm ihtiyaçlarım doğrudan beş yıldızlı bir otel servisiyle karşılanıyor ve İstanbul’un trafiğine girmeden, tekneyle istediğim yere en fazla 30 dakikada varabiliyorum. Nisan 2024’te İtalya’dan dönüp doğrudan buraya taşındım.”

Mina Akdağ’ın yaşadığı bina aslında oldukça yeni. 2016 yılında kaba inşaatı tamamlanmış ama o, her şeyin içine sinmesini istemiş. Bu yüzden dekorasyon süreci 2024’te, taşınmasından hemen önce tamamlanmış. “Dört katlı bir villanın iki katını kapsayan dubleks bir dairedeyim. 425 metrekarelik bir alan, dört oda, bir bahçe ve bir havuz… Hem alan geniş hem de mekanın içindeki hava çok ferah. Mimari projeyi Nezih Tekinel üstlendi. Kendisiyle uzun zamandır tanışıyoruz ve bu projede birlikte çalışmak çok doğal bir karardı. İç mekan tasarımı ise bizim için çok daha kişisel bir süreçti. Aile dostumuz Ralf Von Plettenberg ve Blink Design’ın kurucusu Clint Nagata ile birlikte çalıştık. Ralf, Setai Miami ve Chedi Muscat gibi kendine özgü, karakterli otellerin mimarı. Onun tasarım anlayışı, yani mekanın kendi hikayesini anlatmasına izin veren o sade ama sofistike dili, bizim hayalimizle birebir örtüştü. Büyükada gibi ruhu olan bir yerde sadece bir ev değil, bir hissiyat yaratmak istedik. Bizim için en önemli şey, doğaya ve adanın kendi dokusuna saygıydı. Ağır ve gösterişli detaylardan bilinçli olarak uzak durduk. Açık tonlar, sade çizgiler, doğal malzemeler…

Her bir tercih, mekanın ruhunu yansıtacak şekilde yapıldı. Evin içinde gezdiğinizde biraz sabah güneşini, biraz rüzgarı, biraz da denizin yansımasını hissetmenizi istedim. Her detayda o sakin ama zarif atmosferi yakalamaya çalıştık,” diyor ve, “Dekorasyonu tarif etmem gerekirse: Gösterişsiz ama incelikli. Sessiz ama güçlü. Açık tonlar hakim. Kum beji, kırık beyaz, taş grisi… Bu nötr zemin, sanat eserlerinin içinden gelen renklerle dengelendi. Bazı köşelerde cesur ve özgün bir dokunuş var ama geneline dinginlik hakim. Mekanın her parçası olması gerektiği kadar. Ne fazla, ne eksik. Aydınlatmada daha çok spotlar kullandık çünkü mekanın doğal ışığını bastırmak değil, tamamlamak istedik. Perdeler yerine panjur tercih ettim, sabahları gün ışığının içeri dolmasını seviyorum,” diye ekliyor. Mina Akdağ için ev, sadece bir yaşam alanı değil, nefes aldığı, içine döndüğü, kendini gerçekten dinleyebildiği bir yer. “Burası her detayıyla içimden geçenleri yansıtıyor. Adanın ritmiyle uyumlu, sessiz ama çok karakterli bir yaşam alanı oldu. Ortaokuldan beri adaya gidip geliyorum. Büyükada’da yaşamak, kaostan çıkıp nefes almak gibi. Temiz havayı derin derin içine çekiyorsun, sokaklarda araba sesi yok, korna yok, telaş yok. Her şey daha sade, daha sakin ve daha farkında. Ama bir yandan da İstanbul’a sadece 10 dakikalık bir tekne yolculuğuyla ulaşabiliyor olmak, adanın sunduğu bu dinginliği daha da kıymetli kılıyor. Hem uzak, hem bir o kadar yakın,” diyor.

Konu, modaya da geliyor. “Moda benim için yalnızca trendlere uymaktan ibaret değil, daha çok, kendimi içinde iyi, zarif ve kendim gibi hissettiğim parçaları giymekle ilgili. Bazen sadece bir kumaşın tenimdeki hissi ya da bir rengin ruhuma dokunuşu, tüm günümü etkileyebiliyor. Elbette beğendiğim ve üzerime yakıştığını düşündüğüm tasarımları giymekten çekinmem ama moda, benim için bir ifade biçimi, kişinin kendini anlatma, hissetme ve hatta kimi zaman koruma şekli. Kendi stilimi ise sade ama özenli olarak tanımlayabilirim. Gösterişten uzak ama detaylarda güçlü bir duruşu seviyorum. Genellikle doğal dokuları, iyi dikilmiş parçaları ve zamansız kesimleri tercih ediyorum. Gardırobumda yıllardır severek giydiğim, mevsimden bağımsız ve modadan etkilenmeyen parçalar var. Onlarla kurduğum bağ çok kişisel, her biri içinde rahat ettiğim, kendimi gerçekten ‘ben’ gibi hissettiğim seçimler.” Akdağ’ın ilham kaynakları arasında ise Franca Sozzani’nin cesur tercihleri ile Alessandra Facchinetti’nin zarif tasarım anlayışı var. “Şu sıralar iş anlamında da yine estetikle iç içe bir projeye odaklandım. Princes’ Palace Resort’un doğal dokusuna uyumlu, açık havada gerçekleşecek bir sanat sergisi hazırlığı içindeyim. Moda, sanat ve mekan… Hepsi aslında aynı dili konuşuyor: Kendini ifade etmenin en zarif hali,” diyerek sözlerini tamamlıyor.

Yapım RANA KORGÜL 
Fotoğraflar MERVE AĞAZAT

Daha Fazla İçerik

Hadid kardeşlerin yeni üyesi: Bella ve Gigi’nin kız kardeşi Aydan Nix ile tanışın

Moda dünyasının en çok konuşulan ikililerinden Gigi ve Bella Hadid,
Miley cyrus

Sahne onların, seçim de öyle: Çocuk istemeyen ünlüler

Bazı kadınların zaman çizelgesinde çocuk sahibi olmanın adı bile geçmiyor.