Damla Sönmez ile Röportaj

  • Filmi çok sevdim. Bu yolculuğun bilmediğimiz taraflarından bahsedebilir misin bize, ne zaman tanıştın Sibel’le?

Güllerin Savaşı’nın ikinci sezonundaydık, bayağı eskiye dayanıyor yani aslında. Çağla Zencirci ve Guillame Giovanetti daha önce profesyonel oyuncularla hiç çalışmamışlar. Senaryoyu yazarken de kafalarında bir yüz olmasına çok alışkınlar. Filmin yapımcılarından Marsel Kalvo aracılığı ile bana ulaştılar, bir kafede buluştuk, yarım saatlik bu buluşmada bana akıllarındaki hikayeyi anlattılar; Vuruldum tabii ki! Bir kadın, bir büyüme hikayesi olması, ıslık dilini duymuştum, bir belgesel izlemiştim bu konuyla alakalı. En sağlam sebeplerinden biri de, Onur Ünlü’yle Şubat diye bir dizi çektik, “Ateş çevirmeyi öğrenir misin?” dediler, “Tabii ki,” dedim… Her rolle bir şeyler öğrenmeyi, hayatıma yeni bir şeyler katmayı seviyorum. Burada fiziksel olarak çok zorlayacağını tahmin edebiliyordum. Anneannem Bartınlı, orada kadınlar ve erkekler arasındaki iş bölümünün nasıl olduğunu da çok iyi biliyorum. Bir de tabii ki ıslık çalmayı bilmiyordum, onu öğrenmem
gerecekti. Onlara da bunu söyledim, hiç problem etmediler, “Sen çalış biz de zaten bu arada senaryoyu yazacağız, sana bazen okumanı ya da izlemeni isteyeceğimiz şeyler göndereceğiz,” dediler. Bu hayali beraber kurmaya davet ettiler beni ve bu benim için çok değerliydi.

  • Nasıl çalıştın peki ıslığa?

Babam çok iyi ıslık çalar benim, ona gittim hemen, “Nasıl çıkarıyorsun bu sesleri, göster bana,” dedim. Sonra gece yarıları Çağla ve Guillame’a sesli mesajlar ve videolar göndermeye başladım, “Sesli çalabiliyorum, parmakla çalabiliyorum,” diye heyecanla (gülüyor).

  • Bu iletişim şeklini hala kullanan birileri var mı?

Eskiden coğrafi şartlar çok sert olduğu, yol olmadığı, dik yamaçlar olduğu için yayla ya da tarlalardan, köy merkezine haber göndermek için kullandıkları bir dil bu. Bizim filmimizde elbette kurgu unsuru var, çünkü o cümlelerin daha önce söylenmiş olması gerekiyor birileri tarafından ıslık diline uyarlanabilmesi için. Ama, “Akşama çay koyacağım, oğlunu da al gel,” gibi komplike cümleler bile kurulabiliyor. Oradaki teyzelerden biri anlattı, oğulları askere gidiyor, onlar da ziyaretine gidiyorlar. Herkes aynı üniformanın içinde olunca tanıyamıyorlar tabii, “Ben bir ıslık çalayım, duyar o beni döner bize,” diyorlar.

  • Bizim ailenin de ıslığı var, babam çalınca toplanırız hemen.

Evet şimdi Çağla, Guillame ve benim aramızda da var, birbirimizi kaybedersek bu şekilde buluşuyoruz tekrar (gülüyor). Islıktan öte bir şey filmde izlediğimiz bu arada. Evet, dil kası boğaza kadar uzanan bir kas ve o kası kullanmayı öğreniyorsun. Ses çıkarmaya başladıktan sonra, çekimlerden dört ay önce bana Orhan Civelek isimli bir ıslık uzmanından, videolar geldi. Dilini nasıl döndürüyor görebiliyorsun. İşime çok yaradı elbette ama benim o ana dek kendi kendime öğrendiğim şeyden farklıydı videodaki dil hareketleri ve ben o hareketlerle o sesi çıkaramadığım için çalışmaya baştan başladım.

  • Kuşköy’deydiniz değil mi?

Evet Trabzon’la Giresun sınırında tam. Köye gidip gelmeye başladık, Çağla’yla Guillame mekanları belirlerken köy ahalisiyle ahbap olduk zaten. Çekimler altı hafta sürdü. Çekimlerden iki üç hafta öncesinde de hareket koçuyla çalışmaya başladım, poligona gittim. Erkan’la (Kolçak Köstendil) dövüş sahnelerine çalıştık. Mesleğin bu taraflarını çok seviyorum işte, asla yapamayacağını düşündüğün ya da aklından yapmak geçmeyen bir şeyleri bir dönem hobi gibi hayatına sokuyorsun.

  • Kalıcı olarak hobine dönüştü mü bu öğrendiklerin?

Tabii, örneğin bir daha ki sefere böyle bir temponuniçine girmem gerekirse vücudumu nereden çalıştırmam gerektiğini biliyorum artık. Önce akşam öğünlerinde et yememeye başladım mesela, sonra akşam yemeğini tamamen bıraktım, çünkü gece uykusu boyunca vücut sindirimle uğraşınca yeterince dinlenemiyor, bunu fark ettim. Bedenimizi dinlemiyoruz, asıl sorun o sanırım. Sibel için doğayı ve bedenimi dinledim çokça.
Ödül çok anlık bir mutluluk herhalde, ödülün kendisi bu süreç gibi, hele de seni bunları anlatırken dinledikçe…
Anlık doğru bir kelime seçimi gerçekten. Geliyor geçiyor gibi bir küçümseme değil kesinlikle, ödül öncesinde ve sonrasında, ödül almayı düşünerek ya da aldığın ödülle mutlu olarak geçirdiğin sürede işe kendini veremezsin gibi geliyor. Sonra jüriye bir bakıyorsun, hayatın boyunca birlikte çalışmayı hayal ettiğin insanlar bir araya gelmişler ve sana, “Bravo, karakteri güzel kurmuşsun,” diyor. Mutlu olmaktan başka şansın yok senin de o sırada (gülüyor).

  • Ortak bir çalışmanın ürünü olabilir ama senin karaktere kattığın bir şey varsa o neydi duymak isterim.

Her şeye ortaklaşa karar verdik, hep şunu söylüyorum. Tiyatroda bu biraz daha farklıdır, provalardan sonra sahneye çıkıldığında yönetmen bir süre sonra yanınızda olamaz, seyirciyle paslaşarak çıkar bazı şeyler. Filmde ise son söz her zaman yönetmenin, onun hayal gücünün. O son ana kadar olan yolculukta ortak fikirlerle ilerlemek de bu yüzden önemli. Çok fazla soru soruyorum yönetmenlerime. Ya ben ikna oluyorum ya onlar.

  • Bir sonraki işe hangi noktada konsantre olmaya başlıyorsun?

Bizim meslekte süreçler hep iç içe geçer, bazı noktalarda zorluyor, ama yaratmak da böyle bir şey, sıkıştığın zaman yedek bir motor açılıyor sanki. Sibel’in özelinde, set sürecinde başka bir işe konsantre olmam zaten söz konusu değildi. Şu an yeni işe konsantre olmak için Sibel’den sıyrılmam gerekiyor. Ama hala pek çok söyleşiye davet ediliyorum ve bu beni de çok besleyen bir şey, ama bir şalteri kapatıp diğerini açman gereken bir zaman geliyor elbette.

  • Bunun izlenme oranlarını da artırmasını ümit ediyorum.

Evet, festival-popüler film diye bir ayrım var ne yazık ki bu ülkede. Deniz Seyivesi’ni yaptığımız zaman da bunu konuşuyorduk biz, gerçekten arada bir uçurum var. Çelenk ibaresi görünce afişin üstünde korkuyor bizde insanlar. Fransa’da tam tersi hikaye, ne kadar çok çelenk varsa ona göre seçiyormuş gidecekleri filmi oranın izleyicisi.

  • Fransa’da da gösterime girdi film, izlenme oranları nasıl?

Orada da sınırlı sayıda salonda gösterime girdi film ve ilk beş günde 25 bin kişi izlemiş. Bizde, “Seyirci bunu istiyor,” diye bir şey söylenir ya, bir film 1400 diğeri 30 salonda gösterime girerse haklı bir rekabetten bahsetmenin olanaksız olduğunu düşünüyorum. Bu konuda en çabasız şekilde ulaşılan yayın kaynağı olan televizyonun da çok büyük bir rol oynadığını düşünüyorum.

  • Şimdi dijital platformlar yaygın. Senin de bir Netflix projen var. Nasıl bir iş olacak?

Ottoman Rising isimli belgesel-dizide Anna karakterini canlandıracağım. Fatih’in İstanbul’u fethettiği o kısa döneme odaklanan bir hikaye. Belgesel bir kurgu, tarihçiler de konuşuyor arasında. Heyecanlandırıyor beni.

  • İki kısa filmin yapımcılığını üstleniyorsun, rol da alıyorsun…

Ali Tansu Turhan çekti. Bir üçleme aslında, üçüncü filmin çekimleri yaz başı olacak. Birbirleriyle çok bağlantılı değiller. Biz bir grup arkadaş, “Bunun hikayesi neden anlatılmıyor, bu film neden çekilmiyor?” derken, “Şikayet ediyoruz sürekli, bırakalım da biz bir şeyler yapalım,” deyince üç senaryo arka arkaya çıktı. İlki, Yanlış Anlamazsan Bir Şey Sormak İstiyorum tamamen bitti. İkinci film, İkinci Gece, onun üç haftası var bitmesi için. Ardından ikisinin festival yolculuğu başlayacak. Heyecanlıyız.

  • İstanbul Film Festivali Uluslararası yarışma jürisindesin…

Aşırı heyecanlıyım. Lynne Ramsay jüri başkanımız oldu. Filmleriyle ilgili soracağım sorular var.  We Need To Talk About Kevin’la ilgili mutlaka konuşurum ama çalışacağım da öncesinde. Asia Pacific Screen Awards’da En İyi Kadın oyuncu adayı oldum, Avustralya’daydım kasım sonunda, bir hafta sürdü, Burning’den No Man’s Land’e çok sevdiğim pek çok filmin yönetmenleri ve yapımcıları vardı orada. Alamadım ödülü, ama hiçbir önemi yok. Orada geçirdiğim bir hafta zihnimi o kadar açtı ki, şu an o yüzden daha da heyecanlıyım. Aday olan filmleri baştan izleyecek olmak da heyecan veriyor bana. Mayıs başında da Belçika’ya gidiyorum yine jüri üyesi olarak Mooov Festival’e, bunlar besleyici şeyler benim için, her oyuncu için olacağı gibi.

  • Abdullah Oğuz’un yönettiği İlk Adım 1919’dan bahsedebilir miyiz biraz?

Atatürk’ün Samsun’a çıkmadan önce Bandırma vapurunda geçirdiği yolculuğu merkeze alan bir hikaye çekiyoruz. Dönem hikayelerini zaten seviyorum.

  • Canlandırdığın İclal kim peki?

Gemiye Vahdettin tarafından Mustafa Kemal’e ajanlık yapsın diye gönderilmiş Mazhar isimli valinin eşi İclal. Süreç içinde neyin ne olduğunu anlayıp taraf değiştirecek biri. Çok fazla kadın yok zaten hikayede, gemideyiz, bir hikayesi var ama ne yazık ki daha fazla anlatamıyorum.Tuzla’da bir tanker Bandırma vapuruna dönüştürüldü, orada çekeceğiz.

  • Son olarak nişanlınla çalışmak nasıl diye sormadan edemeyeceğim. Birkaç ay önce Ushan’la (Çakır) güzel bir çekim ve keyifli bir sohbet yaptık, senin de adın bol bol geçti elbette.

Onunla çalışmak çok güzel (gülüyor). Çok zıtlaşabiliyoruz ama bu kadar uzun zamandır birbirini tanırken bütün defolarını artılarını bilip tersleşmemek zor. Neden öyle oynadığımı o benden daha iyi biliyor bir sahnede mesela. Ya da işin içinden çıkamadığı zamanlarda diyorum ki, “Normalde de böyle bir eğilimin var şu konuyla ilgili, o yüzden burayı atlıyor olabilir misin?”, “Olabilir,” diyor o da. Hayranıyım kendisinin. Beraber değilken de hayranıydım, hala hayranıyım (gülüyor).

Yazı: Deniz Tokgöz 
Fotoğraflar: Semih Kanmaz
Styling: Nazlı Kayran 

İlgili Makaleler