House of Div Markasının Kurucusu Gülşah Sürel Erdem’in Evi

House of Div markasının yaratıcısı mimar ve tasarımcı Gülşah Sürel Erdem, Çengelköy’deki evinde matematik ile hissiyatın iç içe geçtiği mükemmel bir dengeyi barındırıyor.

Erdem, giyinme odasını terastan sonra evinin en favori kısmı olarak tanımlıyor. Tüm kıyafet ve aksesuarlarını cam kapaklı dolaplarda muhafaza etmesi, tasarımcıya kombinlerini belirleme aşamasında büyük kolaylık sağlıyor.

Tasarımcı, yaklaşık yedi yıl evvel taşındığı dubleks daireyle ilk karşılaşmasını ve tadilat sürecinde uyguladığı bazı işlemleri şöyle anlatıyor: “Öncesinde İstinye’de oturuyorduk. Evimiz satıldığından acil yeni bir yer bulmamız gerekti. Bana göre bir yapının ruhu olması lazım; kapısından girdiğimde enerjisi, ışığı var demeliyim. Burası bana ışıl ışıl ve çok iyi geldi. Üst kat klostrofobik bir vaziyetteydi ama ona rağmen daireyi alma isteğimde direttim. Duvarları yıktım, çatı pencerelerini açtım. Orayı yaşanabilir bir oda haline getirdim. Neticede beni çok yansıtan bir ev oldu; çok sade, çok sakin. Mutfağına, banyosuna fazla dokunmadım. Onları milli servet gibi görüyorum, yıkıp sokağa atma fikrine hiç sıcak bakmıyorum.” Ömrünün yarısını mimari ve tasarımla iç içe geçirmesi, patlak vermesi muhtemel sorunların ta en başından önünü kesmesini sağlamış Erdem’in: “Beğendiğiniz pahalı veya zor bulunan bir kumaşı çok şık bir objeye dönüştürebiliyor fakat sonrasında ya üzerine bir şey dökülürse endişesiyle hep temkinli davranıyorsunuz. Ben, arkadaşlarım geldiğinde salonda rahat rahat oturalım, bir şey kirlenirse hemen değiştirebileyim istedim. Ayrıca her şeyde baz oluşturmayı seviyorum; bu giyimimde de, yaptığım resimde de böyle. Çünkü fonun üzerinde oynamak çok kolaydır. O yüzden fazla desen, renk sevmem. Mesela simsiyah giyinir, renkli bir fular, ayakkabı veya çanta yardımıyla kombinimi gece elbisesi kıvamına getiririm. Ev de aynı bana göre. Sıkıldığımda renkli yastıklarla hareketlendirmek için kanepe ve koltuklarımda nötr tonlar kullandım. Bu yolla her şeyin ruhunu değiştirebilirim. Yapıyorum zaten belirli periyotlarda. Ağırlıklı olarak da canlı çiçeklerden yararlanıyorum. Havayı öyle başkalaştırıyorlar ki,” diyor ve mekanın stili hakkındaki yorumlarını aktarmaya geçiyor: “Açıkçası tarzlara çok kapılmıyorum. Buraya çağdaş tanımını yakıştırabilirsiniz. Ama salonda iki asırlık bir piyano da duruyor. Bu karmaya eklektik deniyor fakat eklektik bana apayrı bir şeyi çağrıştırıyor. O nedenle isimlendirmiyorum. Benim gibi burası; ben de çok şık bir tuvalet giyebiliyor ama saçlarımı her zamanki gibi yine kendim yapıyorum,” 

Duygu ile mantığı aynı düzlemde buluşturmak zor zanaat; ne vakit yan yana gelseler, muhakkak birinden biri kişiyi aralarında tercih yapmaya zorluyor. Nasıl ki aşkta hesaplar ortadan kalkıyor veya iş dünyasında hisler devre dışı bırakılıyorsa, diğer pek çok platformda da bir tarafta karar kılınıp eylemlere o doğrultuda yön veriliyor. Söz konusu durum, yaşam alanlarına genellikle iki farklı biçimde yansıyor; kimi zaman samimiyet kuralsızlığı peşinden sürüklerken, bazense gereğinden fazla nizam soğuk atmosferleri doğuruyor. İşte Gülşah Sürel Erdem’in Çengelköy sırtlarındaki evinin istisnai boyutu bu noktada sahneye çıkıyor; İTÜ’de aldığı mimarlık eğitimi kapsamında analitik düşünce şeklini benimseyen tasarımcı, matematiği sezgileriyle harmanlayarak yarattığı mekanda sıcaklık ve muntazamlığı birlikte sükunet çerçevesinde barındırmayı başarıyor. Dekorasyonu meydana getiren tüm unsurları uyum içinde derlediği bir gerçek; ancak detaya inildiğinde, her parçanın konfora ve keyfe hizmet eden işlevsel bir nitelik taşıdığı da alenen görülüyor. 

Anneanne ve dedesinin evinden gelen piyano, Erdem’in en değer verdiği eşyalarının başını çekiyor. 200 yıllık antika parça, modern duvar saati ve koltuklarla hoş bir zıtlık oluşturuyor.

Sessiz, havadar bir bölgede ve aynı zamanda aydınlık olması, ailenin evi tercih etmesinde önemli rol oynamış. Nitekim Erdem, bütün bu avantajlardan maksimumda faydalanmak adına yaz-kış vaktinin büyük çoğunluğunu terasta değerlendiriyor. Bir diğer favori bölümü ise giyinme odası; mevsimsel özelliklerini gözetmeksizin kıyafet ve aksesuarlarının tamamını mütemadiyen cam kapaklı dolaplarda sakladığından, her eşyasını kolayca görüp diğerleriyle pratik biçimde kombinleyebildiğini belirtiyor. Yukarı katta bulunan sinema salonu konseptindeki oda ile pek sıkı fıkı değil; oraya daha çok eşi film izleme, yedi yaşındaki oğlu Ali ise PlayStation oynama amaçlı başvuruyor. Estetiğe verdiği önemi, küçük ama etkili dokunuşlarla açığa çıkarıyor Erdem; örneğin salonun ortasında duran televizyonun arkasına sabitlediği tablo sayesinde, alışılagelmiş görüntü kirliliğini manidar fırça darbeleriyle örtüyor. Kalabalığı çok sevmediğini, her daim rafine ürünlere yöneldiğini vurguluyor ve ekliyor: “Minik biblolar benim de hoşuma gidiyor fakat bir süre sonra birbirlerinden rol çalıyorlar gibi geliyor. O nedenle zaman zaman aksesuarları değiştiriyorum. Mesela beğendiğim bir cam sanatçısının tek bir eserini koyuyorum, o zaten başlı başına bir ruhu yansıtıyor. Modaya yaklaşımım da aynı; kat kat giyinmekten veya üst üste takı takmaktan hoşlanmıyorum.” Söz ucundan kıyısından mücevherlere değmişken, mimarlıkla yollarını ayırıp House of Div’i kurmaya nasıl karar verdiğini soruyoruz. “Mücevherleri hep çok sevdim. Tanıdığım kuyumculara gidip kendi çizimlerimi ürettirirdim,” cümleleriyle yeni kariyerinin öyküsünü anlatmaya başlıyor ve devam ediyor:  “Çıkış noktama gelince… Benim çok kalabalık bir ailem var. Yılbaşında onlara hediye alırken çok zorlanıyor, her sene herkesin zevkine uygun bir şeyler bulmaya çabalıyordum. Birinde mum, ötekinde  anahtarlık armağan ediyordum. Tabii devreye mükemmelliyetçiliğim girdi ve işin temeline vakıf olmak istedim. Öncelikle kalıp yapmayı öğrendim. Bir arkadaşım, ‘Çok acayip şeyler üretiyorsun, sana bir marka kuralım,’ dedi. Sonrasında da kulaktan kulağa yayıldı. İki yılda Vakko, Beymen, Edwards gibi mağazalar, Çeşme, Bodrum ve online derken toplamda 10-11 tane satış noktasına ulaştı. Sanırım sebebi de şu; insanlar takılara duygusal anlamda bağlanmayı seviyorlar ve benim koleksiyonumdaki her parçanın da bir hikayesi mevcut. Hepsi bir temaya, matematiksel orana dayalı. Büyütüldüklerinde heykel olarak da kullanılabilecek formlara sahipler. Kalıplarını tek tek elde çıkarıyorum. Herhalde aşkla tasarladığım için de o his karşı tarafa geçiyor.” 

Mücevherlere duyduğu tutkuyu uzunca bir süre kalbinde yaşattığı belli; ancak başına gelen bir hadise var ki bu düşkünlüğünü mesleğe dönüştürmesinde resmen itici güç görevi görüyor. Hayatının kırılma noktası şeklinde andığı olayı şu ifadeleriyle yad ediyor: “Bir gün kalıp yaparken oğlumu okuldan almayı unuttum! Ali benim hayatımdaki en önemli varlık. Eğer bu kadar konsantre olduysam bir şey vardır dedim. Yıllarca kafamı boşaltmak için resimle, heykelle uğraştım ama hiç böyle odaklanamamıştım.” House of Div bünyesinde takıların yanı sıra bir de çanta serisine yer veriyor Erdem; böylece sadece mekan veya aksesuar alanlarında değil, tasarımın her dalında etkin olduğunu gözler önüne seriyor. 2017 İlkbahar-Yaz koleksiyonunda ise müşterilerine birtakım sürprizleri var: “Hayatımda hiç fiyonk, kelebek, kurdele kullanmadım. İşlerim çok geometriktir. Fakat popüler akımlardan da uzak kalmak istemedim. Ana koleksiyonum ‘Megaron’u her sene trendlerle birleştirmek istiyorum. Bu sezon bunu çiçeklerle yaptım. Yaza yönelik ince zincirler, harfler ve burç sembollerimiz de mevcut.”

Erdem’in yedi yaşındaki oğlu Ali’nin yaşam alanı, alışılagelmiş çocuk odalarından farklı bir tarzda kurgulanmış. Ahşap mobilyaların egemenliğindeki dekorasyon, renk kullanımını küçük beyin hayal gücüne bırakıyor!

Evin genelindeki yalınlık, yatak odasında da kendini hissettiriyor. Siyahın egemen olduğu mekanda, başrolleri tuğla duvar ve estetik görünümüyle dikkat çeken yatak paylaşıyor.

Salonda yer alan az sayıdaki dekoratif aksesuarların tamamı, karakteristik birer görünüme sahip. Pirinç ağırlıklı obje grubu, mekanın rafine bir şıklık kazanmasına katkı sağlıyor.

İlgili Makaleler