Uraz Kaygılaroğlu InStyle’da

Uraz Ka diyor herkes ona, kendi başlatmış bu geleneği, pişman da değil, “Çok uzun soyadım,” diyor, “Evimize deisim taktık sonunda: House of Ka diye etiketliyoruz sosyal medyada paylaşırken filan…” Yakışıyor bizce de zaten bu isim ona, konuşmaya bütün ciddiyetiyle başlayıp kısa bir süre sonra muzır bir ifadeyle devam ettirenlerden. Komedi damarlarına işlemiş demek doğru olur herhalde. Yine de her komik gibi rahatlamaya ihtiyaç duyuyor, sabah çekim mekanımız olan 10 Karaköy’e geldiğinde biraz mesafeli, yavaş yavaş açılıyor, “Ben model değilim,” diyor, fotoğrafları gösterip fikrini sorunca, “Siz seçin beğenin,” diyor. Alışkın değiliz kendisini böyle rahatlıkla teslim edebilen oyunculara, çok hızlı ilerliyoruz, sohbete de vakit kalıyor böylece. Çekimboyu hep konuşuyoruz zaten, çekim sonrası kayda geçtiğimizde bazı soruları tekrarlamamız gerektiği için özür diliyorum ama Uraz anlatmaktan memnun, biz de ekipçe dinlemekten…

Kızınız Ada bugün iki haftalık oldu, siz burada bizimle çekimdesiniz. Neler yaşanıyor evde bu aralar, çocuk sahibi olmak nasıl bir duyguymuş?
Ben galiba 18 yaşından beri baba olmak istiyorum. Babamı dört yaşında kaybettim. Babasız büyüyen bir çocuk olarak özlemim vardı hep. “Ben birine baba olayım da kendimde eksik gördüklerimi ona yaşatayım,” gibi bir isteğim, hissiyatım olmuştu. Bir de hep oğlum olacak diye düşündüm. Hiçbir zaman kızım olacağına ihtimal dahi vermedim.

İkinciye belki?
Belki de… Adı bile belliydi, babamın adı olan Mehmet Ali koyacaktık, “Mali falan deriz,” diyorduk. Kısaltması bile hazırdı yani! Pat dedi kız oldu. İsim bile düşünmemiştik. Melis bana, “Kız olursa da Ada koyarız,” demişti bir noktada. Ben de pek üstünedüşünmeden geçiştirmiştim. Düşünmedim bile, o kadar bir eminlik…

Ada çok güzel bir isim, özel bir anlamı var mı sizin aranızda?
Melis Antalya-Kaş’ta büyümüş. Orası yarımada. Öyle bir çağrışımı olsa gerek. Ama aslında Ada güçlü bir şey. Denizin ortasındaki tek yaşam alanı. Etrafında hiçbir şey olmadan ayakta durabilen, bir şeyler üreten ve gelen misafire bir şeyler sunabilecek olan güçlü bir yapıyı simgeliyor bence.

Evet, güçlü ve kökleri olan bir şey…
Tek şey orada o, herkes adaya ulaşmak istiyor ya hani. Öyle bir durum. Herkes Ada’ya ulaşmak istemesin tabii ama kız babasıyım en nihayetinde. Neyse, bir 10-15 sene daha rahatım o konuda diye düşünüyorum (gülüyor).

O halde klişe geliyor: Siz bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç şey ne olur?
Kızımı almam herhalde. Ben orada zorluk çekerken onun da zorluk çekmesini istemem (gülüyor).

En başından komedinin içinde bulmuşsunuz kendinizi…
Bundan önceki dizide bir şairi oynamıştım, Maraş’ta. Yedi Güzel Adam diye bir iş yaptık. Şairi bir daha hiçbir zaman oynayamayacağım için bir televizyon dizisinde, şehir dışına gitme kararı aldım. Bir de şehir dışı işi daha kompakt oluyor, daha iç içe oluyorsun ekiple. Hiç kopmuyorsun hikayeden. Dönem işi olması da cezbetti; kostümler, İspanyol paçalar, yüksek beller, koca koca kalın kalın kravatlar.

İlginizi çekiyor demek, kostüm departmanıyla nasıl ilişkiniz?
Çok seviyorum. Acayip, benim için kostüm çok kıymetli. Sanat ve kostüm bence diziyi yaşatan şeyler. Ne kadar gerçek, ne kadar kusursuz, o kadar işine inandırıyorsun insanları.

Kendi yaşantınızda nasıldır modayla aranız?
Severim giyinmeyi. Çünkü 25 yıl giyinemedim ben. Şişman olduğum için eskiden. Beğenip beğenip, “Bu bana olmaz ki,” derdim. Sonradan kilo verince bütün ilgimi, alakamı istediğim gibi giyinmeye harcar oldum (gülüyor).

Peki ilk kilo vermeye başladığınız dönemi nasıl hatırlıyorsunuz, neleri özlediniz en çok?
Çalışmadığım bir döneme denk geldi. Çalışmayınca boş vaktiniz de oluyor. Boş vaktiniz olunca kendinizi bir şeye adamak daha kolay oluyor. Programlı ve istediğiniz gibi yemek yiyebilir hale geliyorsunuz. O yüzden de aslında zor olmadı. Fenerbahçe sahilde oturuyorduk annemle o dönem, önce Caddebostan’a kadar yürüyordum. Sonra mesafeyi artırarak Bostancı’ya kadar gider oldum. Her gün sahilde bir-bir buçuk saat yürüyüşlerle öyle bir serüven oldu benim için. Düzenli yemeyle düzenli bir program yapınca, harfiyen uyduğunuz zaman sonuç alıyorsunuz.

Sette yediklerinize dikkat edebiliyor musunuz?
Ediyorum. Eğer set yemeği bana uygun değilse dışarıdan söyleyip öyle yiyorum. Orada taviz vermiyorum.

En önemli şey de bu herhalde…
Evet, zaten bir süre sonra o kadar alışıyorsun ki bu duruma, hiç aramaz oluyorsun. Fastfood yemeyeli çok uzun zaman oldu mesela. Çok çok canım isterse pizza yiyeceğime kaşarlı pide yiyorum. O da beni tatmin ediyor. Zamanında o kadar çok yedim ki…

40 kilo büyük bir rakam, bambaşka bir insana dönüşmüş gibi hissediyor musunuz?
Evet, öyle bir durum var. Kariyerim ikiye ayrıldı, öncesi ve sonrası diye.

Nedir en büyük değişiklik peki gelen rol teklifleriyle ilgili?
Şişmansan bu ülkede kimse sana aşık rolü yazmaz. Hayatta biriyle sevgili olamazsın. Hikayenin kahramanı olamazsın. Bir şeyi başaran değil başaramayan adamı oynarsın. Başarana yardımcı olan adamı oynarsın. Bizde böyle en azından, ama örneğin Amerika’da yazılıyor şişmanlara başrol, ülkenin çoğu obez olduğu için belki de.

Şu an haftanın altı günü çalıştığınızı söylüyorsunuz, nedir yapmayı en çok özlediğiniz şey?
Ben evini çok seven bir tipim.

Yengeç burcundan biri olarak?
Evet, aynen. Karım da öyle, hatta kızımın yükseleni de! Melis de ben de evde olmayı çok seviyoruz, Melis gerçi gezmeyi benden daha çok seven biri. Güzel yemek yemeye gitmeyi severiz. Değişik bir şey yemek için mesafe kat edebiliriz. Bir de birlikte tavla oynadığım bir ekibim var benim. 12 yıldır filan. Aralarında en küçük yaşta olan benim. Benden bir büyüğü 40 küsur yaşında. En büyüğümüz emekli bir albay olmak üzere değişik bir tavla grubumuz var. Hep aynı kafede buluşuyoruz.

Küçük turnuvalar mı düzenliyorsunuz?
Yok, o gün kim kendini iyi hissediyorsa oturuyor. Karşısında herkesle sıra sıra oynuyor. Kaybeden de hesabı ödüyor, çay kahve içiliyor, ama bazen de hesap biraz kabarsın diye ballı muzlu süt, portakal suyu falan içiyoruz (gülüyoruz).

Neler izliyorsunuz televizyonda?
Bu sıralar Peaky Blinders izliyorum. Ondan önce The Crown’ı izledim. Bayağı iyiydi. House of Cards da yine en sevdiklerimden.

İlginç bir şekilde saydıklarınızın hepsi drama. Komedi izlemiyor musunuz?
Yok ya. Aslında çizgi film çok izledim çocukken. Ben oynadığım Haluk’u da çizgi film karakteri gibi oynuyorum. Elektriğe çarpılıyor mesela, Tom ve Jerry’deki gibi, düşüyor ve kalkıp bir şey olmamış gibi silkelendiği zaman hayata geri dönüyor.

Kimle beraber oynamayı istersiniz?
Kıvanç Tatlıtuğ’la oynamayı çok isterim. Çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Çok yakışıklı bir adam. Sakalı bile doğru çıkıyor. Yurt dışındaki örneği Brad Pitt, hangi rolü oynasa inandırıcı.

İlgili Makaleler