Fotoğraf: Pexels
Başarı sizin için sadece iş hayatındaki performansla mı ölçülüyor? Modern çağın kadınları için bu sorunun cevabı çoğu zaman “hayır”. Çünkü onlardan yalnızca üretken bir çalışan olmaları değil, aynı zamanda “ideal” bir anne, eş ve evlat rollerini de kusursuzca sürdürmeleri bekleniyor. İşte bu bitmeyen çifte beklentiye verilen isim: double burden.
Double burden nedir?
Double burden kavramı, kadınların iş gücüne katılımı arttıkça daha da görünür hale gelen bir çifte yükten bahseder. Çünkü tahmin edersiniz ki – ev içi sorumlulukların eşit paylaşılmadığı toplumlarda, çoğu erkek rolünü hala “yardımcı” olarak tanımlarken; kadınlar hem ücretli işi hem de ev işleri, bakım emeği ve duygusal yükü omuzlamak zorunda kalıyor.

Mesela düşünün: Sabah işe yetişmek için koşturuyorsunuz, toplantılara giriyor, projeleri yetiştirmeye çalışıyorsunuz. Derin bir nefes alıp “mesaim bitti” dediğiniz anda ise ikinci bir liste devreye giriyor. Yemek hazırlanacak, çamaşırlar yıkanacak, bulaşık makinesi boşaltılacak. Belki çocuğun ödevine yardım edilecek ya da bir aile büyüğünün ilaç saati hatırlatılacak. Yani resmi mesainiz bitiyor ama evde görünmez bir mesai çoktan başlamış oluyor.
Modern çağın görünmez yükleri
İşte tam da bu noktada double burden yalnızca fiziksel bir yorgunluk olmaktan çıkıyor, ruhsal bir baskıya dönüşüyor. Çünkü mesele sadece yemek yapmak ya da çamaşır yıkamak değil; aynı zamanda ailenin duygusal dengeleyicisi olmak, hatırlatıcı görevi görmek, ilişkileri toparlamak – bir bakıma görünmez bir ajanda gibi, herkesin ihtiyacını önceden düşünüp planlamak zorunda kalmanızla ilgili.

Ayrıca bu çifte yük yalnızca bedeninizi yormakla kalmıyor; “her şeye yetişmeliyim” baskısını ruhunuza da işliyor. Siz de bilirsiniz; bazen işte ne kadar başarılı olursanız olun, evde de kusursuz olmanız gerekiyormuş gibi hissedersiniz. İşte o anlarda başarı, tatmin yerine tükenmişlik getirir – ve siz farkında olmadan, hem kariyeriniz hem de ruh sağlığınız bu yükün izlerini taşımaya başlar.
Peki, double burden için bir çözüm var mı?
Ev içi eşitliğin sağlanması
Çözümün ilk adımı, ev içi işlere bakış açısını değiştirmekten geçiyor. Çünkü ev sorumlulukları yalnızca sofrayı kurmak ya da evi toparlamakla sınırlı değil; market alışverişini planlamak, faturaları yatırmak, çocukların okul etkinliklerini organize etmek, hatta aile bireylerinin doğum günlerini hatırlamak da bu yükün bir parçası.

Tüm bunların evde yaşayan herkesin ortak sorumluluğu olduğu kabul edildiğinde, işler “yardım” olarak değil, paylaşılan görevler olarak görülür. Ve ancak o zaman görünmez mesai, kadınların tek başına sırtlandığı bir yük olmaktan çıkabilir.
Kurumların desteği
Elbette sorumluluk yalnızca ev içiyle sınırlı değil; iş dünyasının da bu yükü hafifletecek adımlar atması şart. Esnek çalışma saatleri, evden çalışma imkanı, kreş desteği ve ebeveyn izinlerinin erkeklere de eşit şekilde verilmesi bu noktada kritik rol oynuyor. Kurumlar kadınları yalnızca iş hayatında değil, özel yaşamlarında da desteklediğinde; toplumsal cinsiyet eşitliğine giden yol gerçekten aralanır.

Toplumsal algının değişmesi
Ancak unutmayalım; kalıcı bir dönüşüm için kültürel kalıpların da kırılması şart. Çünkü hala reklamlardan dizilere, okul kitaplarından günlük dile kadar her yerde “ev işi kadının görevi” söylemi yeniden üretiliyor. Bu algı değişmediği sürece eşitlik kağıt üzerinde kalıyor, pratikte ise kadınların omzundaki yük daha da ağırlaşıyor.
Bireysel farkındalık
Son adım ise bireysel farkındalık, tabii ki. Double burden, doğanın değil; toplumun bize dayattığı bir gerçek olduğundan – evdeki sorumluluklar gerçekten paylaşılmaya başlandığında, kadınların “her şeye yetişmeliyim” baskısı hafifler ve bu döngü yavaş yavaş kırılır.
Günün sonunda, double burden sadece bir kavram değil; her gün yaşanan sessiz bir gerçek. Ve bu gerçek yalnızca kadınların değil, toplumun geleceğini de şekillendiriyor. İşte bu yüzden asıl mesele, eşitliği büyük söylemlerde değil, küçük günlük alışkanlıklarda başlatmakta yatıyor.
İlginizi çekebilir >>>>> Feminist terimler: “Purplewashing” nedir?