Fotoğraf: @lilireinhart
Attachment teorisi (bağlanma kuramı) denildiğinde aklınıza akademik ya da psikolojik tanımlar geliyor olabilir. Oysa bu teori, aslında hepinizin mutlaka bir kez duyduğu bir söze bağlanıyor: “Kaçan kovalanır.”
Arkadaş sohbetlerinizde, izlediğiniz romantik filmlerde ya da sosyal medyada ilişkilere dair yapılan yorumlarda bu cümleye sık sık rastlayabilirsiniz; sanki aşkın matematiği böyle işler – bir taraf geri çekildikçe, diğer taraf daha çok yaklaşır.
Ama işin derinine inersek, bu döngüyü açıklayan şey yüzeysel bir öğüt değil; tam da attachment teorisinin bize anlattığı bağlanma dinamikleri. Çocuklukta şekillenen bağlanma stilleriniz, yetişkinlikte ilişkileri nasıl yaşadığınızı belirlerken “kaçan-kovalayan” oyununun neden bu kadar tanıdık geldiğini de buradan anlayabilirsiniz.
Attachment teorisi nedir?
John Bowlby’nin kuramına göre aşk hayatınız sandığınız kadar “anı yaşamakla” ilgili değil; çok daha eskiye, çocukluk deneyimlerinize dayanıyor. Partnerinize fazla bağlanma ihtiyacınız, tartışmalarda geri çekilme refleksiniz ya da yakınlığa yaklaşımınız ise aslında spontane görünen ama kökleri geçmişte olan davranışlar.

Hepimizin aşina olduğu üç temel bağlanma stili ise aslında bu kuramdan doğar: güvenli, kaygılı ve kaçıngan. Güvenli bağlananlar için yakınlık huzurlu bir liman gibidir; kaygılı bağlananlar sürekli daha fazla ilgi ve onay arar; kaçıngan bağlananlar ise duygular yoğunlaştığında hızla geri çekilir.
İşte “kaçan kovalanır” döngüsü tam burada başlar: Kaygılı olan kişi yaklaşır, kaçıngan olan geri adım atar. Bir taraf kaçtıkça, diğer taraf daha çok kovalar.
Peki, kaçan gerçekten kovalanır mı?
Bir açıdan evet. Çünkü attachment teorisine göre, kaygılı bağlanan kişi partnerinin geri çekilmesini bir kayıp tehdidi olarak algılar ve bu tehdit karşısında daha da bağlanma eğilimi gösterir. Kaçıngan kişi ise bu ısrarı gördükçe daha çok uzaklaşır. Böylece döngü kendi kendini besleyen bir hale gelir; bir taraf geri adım attıkça diğer taraf daha çok yaklaşır ve ilişki giderek dengesiz bir oyuna dönüşür.

Ama burada dikkat edilmesi gereken nokta, bu kovalamacanın aşkın sağlıklı ilerlediği anlamına gelmemesi. Kısa vadede elbette – aradaki gerilim heyecanı ve tutkuyu artırabilir; taraflar birbirini daha çok ister gibi görünebilir. Fakat uzun vadede bu döngü çoğunlukla güven duygusunu zedeler, tarafları yıpratır ve ilişkiyi tükenmiş bir noktaya sürükler. Kaçan sürekli özgürlüğünü korumaya çalışırken, kovalayan hep “yakalanmaya” uğraşır ve sonunda her iki taraf da tatminsizlik içinde kalır.
Döngüyü kırmak mümkün
Eğer ilişkilerde asıl hedefiniz kaçmak ya da kovalamak değil, attachment teorisinin de işaret ettiği gibi güvenli bağlanma geliştirmek olursa bu tarz klişe oyunlardan hem kendinizi hem de partnerinizi uzak tutabilirsiniz. Tabii ki bu da yalnızca bireysel farkındalıkla değil, çift olarak ortak bir çabayla mümkün olabilir. Bunun için önce kendi tarafınızda atabileceğiniz adımlara bakabilirsiniz:
Kendi bağlanma stilinizi keşfedin
Kaygılı mı, kaçıngan mı yoksa güvenli mi olduğunuzu bilmeniz, attachment teorisinin de vurguladığı gibi, ilişkilerde neden aynı döngülere düştüğünüzü anlamanın ilk anahtarı. Kendinizi tanıdıkça karşınızdakini de daha net görmeye başlarsınız.

Duygularınızı gözlemleyin
Partnerinizin mesafesini hemen “beni terk edecek” sinyali olarak mı okuyorsunuz, yoksa yoğun duygularda nefes almak için mi geri çekiliyorsunuz? Bu sorulara dürüst cevaplar vermek, otomatik tepkilerin yerine bilinçli seçimler yapmanızı sağlar.
Kendi değerinizin farkına varın
Onay arayışınızı sürekli partnerinizden beklemek sizi bağımlı kılar; oysa kendi içinizde yarattığınız güven alanı sizi daha güçlü, ilişkinizi ise daha dengeli hale getirir.

İlişkiyi birlikte güçlendirmek içinse şu adımları düşünebilirsiniz:
Açık iletişim kurun
İçinizden geçenleri açıkça paylaşmadığınız sürece partnerinizin bir zihin okumasını bekleyemezsiniz. Kırıldığınızda bunu dile getirmek ya da sizi mutlu eden bir davranışı paylaşmak, ilişkinizi hem daha şeffaf hem de daha güvenli kılar. Dürüstlük yalnızca sorunları çözmekle kalmaz; bağı derinleştirir ve ilişkinin temelini sağlamlaştırır.
Sınırlarınıza birlikte karar verin
İlişkinin sağlıklı ilerlemesi için elbette hem yakınlığa hem de bireysel alana ihtiyaç var; bazen yalnız kalmak istersiniz, bazen de daha çok zaman geçirmek. Bu sınırları partnerinizle birlikte belirlediğinizde ilişkiniz bir kısıtlama alanına dönüşmez, aksine nefes alabileceğiniz güvenli bir liman haline gelir.
Birlikte çözüm üretin
Her ilişkide sorun çıkar, önemli olan kimin haklı olduğu değil, sorunu nasıl ele aldığınız. “Senin yüzünden” demek yerine “bunu nasıl birlikte çözebiliriz” diyebilmek, sizi karşı karşıya getiren krizleri omuz omuza aşılacak fırsatlara çevirir ve ilişkiyi yalnızca romantik bir bağ olmaktan çıkarıp güçlü bir ortaklık haline getirir.
Günün sonunda attachment teorisi bize şunu hatırlatır: Aşk, birinin kaçıp diğerinin kovaladığı bir oyun değil; iki insanın birbirini güven içinde bulabildiği bir yolculuk. İşte bu yüzden- hem kendiniz hem de ilişkiniz için yapabileceğiniz en büyük iyilik, kovalamayı da kaçmayı da bırakıp güvenli bir bağ kurmayı öğrenmek.
İlginizi çekebilir >>>>> Mr. Big sendromu: Partnerinizde fark ettiğinizde düşünmeniz gereken 8 davranış