Pınar Deniz’le, tıpkı Disney+ yapımı Aktris dizisinde canlandırdığı Yasemin Derin karakteri gibi ters köşe bir Haziran 2023 öyküsü.
Röportaj EYLÜL SOLAKOĞLU
Fotoğraflar KORAY BİRAND
Styling NAZLI KAYRAN
Yağmurlu bir mayıs sabahı, rotamız Büyükada. Şaşırtıcı da olsa, bu Pınar Deniz’le ilk kapak çekimimiz. Kariyerine çok sayıda başarılı dizi, film ve marka iş birliği sığdıran Deniz, şimdilerde Aktris’in sonunda seyirciyle buluşacak olmasından dolayı heyecanlı. Görünürde ülkenin en ünlü yıldızlarından biri olup, geceleri seri katile dönüşen Yasemin Derin karakterinden referansla ikilikler üzerine kurduğumuz çekimden birkaç gün sonra Zoom’da bir araya geliyor ve arkadaş sohbeti tadında konuşmaya başlıyoruz.
Pınar Deniz: Bazen bu şehirde zorlanabiliyorum. Dışarı çıktığımda da, evde oturduğumda da hep bir kaos var

Öncelikle, projeyle ilgili onu en çok cezbeden şey karakter olmuş. “Türkiye’de daha önce oynanmamış, eşi benzeri olmayan bir karakter olduğunu düşünüyorum Yasemin’in. Çoğu oyuncunun hayali bir seri katili oynamaktır ya, dizide farklı karakterlere bürünerek gösteriyorum onun bu yanını,” diyor. Dizide Yasemin’in, “Bazen olan olmuştur ve hiçbir sebebi yoktur,” diye bir cümlesi var. Peki Pınar her şeyin altında bir sebep aramaya çalışır mı yoksa olanı olduğu gibi kabul eder mi, merak ediyorum. Cevap, her ikisi de. “Olanı olduğu gibi kabul ederim ama yaptığımız her eylemin altında bir sebep olduğuna da inanırım. Yasemin gibi düşünmüyorum o yüzden. Hatta bazen karşımdakinin bana gösterdiği bir tavır üzerine çocukluğuna kadar indiğim oluyor,” diyor. Psikolojiye olan ilgisini fark etmek zor olmasa gerek. “Üniversite zamanında psikolog olmak istiyordum. Bu alanda çok fazla kitap okuyordum. Hala ilgiliyim, oyunculukla bunu tatmin etmeye çalışıyorum. Bazen dışarı çıktığımda mesleki deformasyon oluyor ve insanları izlemeye başlıyorum. Hareketlerini istemsizce gözlemliyorum. Ya da ağlarken, neye ağladığımı anlamak için uğraşıyorum.”
Bu yaklaşımı, onu Yasemin Derin’in profilini çıkarmaya, iç çatışmalarını keşfetmeye ve kendisini bir seri katile dönüştüren sebepleri irdelemeye itmiş. “Onu sadece senaryoda okuduğum haliyle oynamadım. Bana göre o, hayattaki motivasyonunu bulamayan bir kadın. Onun için hiçbir şeyin anlamı ve değeri yok. Ailesinin olmaması, yalnız büyümüş olması, kendisini hayata bağlayacak herhangi bir şeyin olmaması onu bu noktaya getiren sebepler arasında,” diye anlatıyor. Ona katılıyor ve bir izleyici olarak Yasemin’in şöhret kavramından, ışıltılı galalardan, aşırı ilgiden sıkıldığını ve özünde sıkıldığı için öldürdüğünü düşündüğümü söylüyorum. Pınar Deniz de tıpkı onun gibi ülkenin en ünlü yıldızlarından biri. Attığı her adımın bir haber değeri var. Peki onun şöhretle arası nasıl, sıkıldığı oluyor mu? “Ben de sıkıldığımda adam öldürüyorum,” diye gülüyor ve ekliyor, “Şaka bir yana, tabii ki oluyor ama bence bu her iş için geçerli. Bazen yoğunluktan bunalıp içime kapanmak istiyorum. Yine de, yaptığın şeyi sevdiğin sürece sıkılma anları seni o kadar etkilememeye başlıyor. Başlama motivasyonunu kendine hatırlatıyor ve yoluna devam ediyorsun.” İşini sevmenin ötesinde, bu konuda çok iyi. Canlandırdığı her role kendinden bir şeyler katıyor, karakterlerle kurduğu derin bağlar, işi daha gerçekçi kılıyor.

“Bedenin bir hafızası var ve o hafıza her şeyi kaydediyor”
Geçen ayki kapak kızımız Demet Özdemir’le konuştuğumuzda, rolü rolde bırakabilme ve hayatına devam edebilmenin zorluğundan bahsetmiş, beden hafızasının insanı etkileyebildiğini konuşmuştuk. Kendisinin bu konuda ne düşündüğünü soruyorum. “Oyunculuğa ilk başladığım zamanlar asla rolü rolde bırakamıyordum. Sahnede ağlıyorsam, ağlamaya devam ediyordum. Hatta bu bana başarı gibi geliyordu. Büyüdükçe ve deneyim kazandıkça, bu sektörde sağlıklı kalabilmek adına bunu yapmamam gerektiğini hatırlattım kendime. Ama Demet’e katılıyorum, bedenin bir hafızası var ve o hafıza her şeyi kaydediyor. Sen onun gerçek olmadığını bilsen de, bazen beyin bunu algılayamıyor,” diyor. Özellikle
Yargı dizisinde canlandırdığı Ceylin karakteriyle ilgili bu durumu çok yaşamış. “Ceylin hayatında çok fazla dram yaşamış biri ve ben setten eve gidiyor, hiçbir şey yapmak istemiyordum. Ya da tekrar ağlamaya başlıyordum çünkü karakterin duygu durumu beni çok etkiliyordu.”
Oyuncu koçları ona hep oyunculuğunu daha teknik bir yere oturtması gerektiğini söylemiş de olsa, Pınar Deniz kendi bildiği yoldan yürümeyi tercih etmiş. “ Yargı ’nın bu sezonun son iki bölümündeki sahnelerde bittim mesela. Ama rolü öyle oynamak istedim. Teknik bir yere oturtmak Ceylin’e haksızlık gibi geldi. Zaten karakterle empati kurabildiğim, ona üzülebildiğim ya da onda bir şey değiştirebildiğim ölçüde harika bir şey oyunculuk.”
Pınar Deniz, Özcan Alper’in yönettiği, 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film ve En İyi Senaryo ödüllerini kazanan Karanlık Gece filminde de Sultan adlı bir köylü kızını oynuyor. “Filmi dört yıl önce çektik, Vatanım Sensin setinden çıkmıştım. Benim için acayip bir deneyimdi. Köyde Sultan’a benzeyen çok fazla kadın vardı ve onlarla sohbet edip karakteri bulmaya çalışmıştım. Sultan, kendi saf enerjisinden beslenen, köyde hayatta kalmaya çalışan bir kız. O kötülükten, bataklıktan kurtulmak için bir çıkış yolu arıyor. Bana göre onun masumiyetini izliyoruz filmde,” sözleriyle anlatıyor karakteri.

Dört yıl uzun bir süre, o dönemki Pınar Deniz izlemenin kendisini nasıl hissettirdiğini soruyorum. “Daha iyi oynamış bile olabilirim. Çünkü ister istemez şu an kamerayı biliyorsun, ağlarken bile kameranın nerede olduğunun farkında olarak ona göre ağlıyorsun. Orada hiç öyle bir algım yok, o yüzden belki daha bile doğal görünüyorumdur,” diye cevaplıyor dürüstçe. Toroslardaki çekimlerde bir süre doğayla baş başa, yalnız kalmış. “Astrolojiye önceden pek inanmazdım, sonra inanmaya başladım. Haritam, doğada tek başıma kaldığımda doğru kararlar verebileceğimi söylüyor ve sanırım ilk kez böyle bir şey deneyimledim. Etrafımda beni uyaran hiçbir şey olmadığı için kendime dönme fırsatım oldu.Oradageçirdiğim süreç bazı kararlar vermemi sağladı. Kendimi doğada var edebiliyorum. Bazen bu şehirde zorlanabiliyorum. Dışarı çıktığımda da, evde oturduğumda da hep bir kaos var. Doğada vakit geçirmek beni değiştiriyor. Kendime daha çok yaklaştırıyor, değiştirmekten kastım bu,” diyor.
Her ne kadar ayakları yere sağlam bassa da, spiritüel tarafını beslemekten de vazgeçmeyen biri Pınar Deniz. Bugünlerde iş yoğunluğundan devam edemese de, nefes terapisi yapmış ve ona çok iyi gelmiş. “Bence her insanın kendine özgü bir çalışma biçimi var. Bazılarına regresyon, bazılarına reiki iyi gelir. Bana daha bilinçsel olduğu, duygular üzerinde çalışıldığı için nefes terapisi iyi geldi,” diyor ve ekliyor, “Sen susuyorsun, bilinçaltın konuşmaya başlıyor. Reddettiğin şeyler karşına çıkıyor. Bir süre sonra, yaşadığın travmalarla ilgili olarak hayatta bunları herkesin yaşadığını, bir travmaya acı yükleyenin sen olduğunu ve bunu yapmak zorunda olmadığını anlıyorsun.” Önümüzdeki iki ay daha rahat olmayı, biraz dinlenebilmeyi ve tekrar bu kanala girmeyi planlıyor.
Pınar Deniz: “Bence ruhum muhalif”
Takip edenler bilir, sözünü sakınmayan, hiçbir konuda sessiz kalmayan biri Pınar Deniz. Kimi meslektaşlarının kişisel çıkarları sebebiyle sivrilmemeye çalıştıkları bir dönemde, onun bu özelliğini çok takdir ediyorum. “Senin gördüğünün bir de perde arkası var. Aslında daha bile fazla tepki vermek istiyorum,” diye gülüyor ve devam ediyor, “Bence ruhum muhalif. Eskiden her şeyi takar, üzülürdüm. Arkadaşlarım, “Dünyayı sen mi kurtaracaksın Pınar? Neden bu kadar dert ediniyorsun?” demeye başladı. Artık değiştiremeyeceğim konularda kendimi bir nebze rahatlatmaya çalışıyorum. Yine de, dediğim gibi senin gördüğünün bir de arkası var. Haksızlığa gelemiyorum ben, çocukluğumdan beri böyleydim.”

“Dünyayı sen mi kurtaracaksın?” sözü, geçen sene Altın Kelebek’te yaptığı hesapsız, içten ödül konuşması sebebiyle yediği linci aklıma getiriyor. “Kötü bir şey söylemedim. Yaşadığım deneyimlerden yola çıkarak o an içimden gelen bir konuşma yaptım. Aslında kimseyi ilgilendirmiyordu,” diyor. Evet, dünya için bir şeyler yapmak istiyor, bir derdi var. Ama dünya derken kendi dünyasından, kendi çevresinde iyilik oluşturmaktan bahsediyor. “Tabii ki dünyayı hiçbirimiz kurtaramayız ama herkes kendi kapısının önünü süpürse…” diyor gülerek. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nda eğitmenlik yaptı, LÖSEV gönüllüsü oldu. Bu alanda hayalleri var. “İlerde oyunculuk yapmaya devam etsem de, bir noktada kendimi tamamıyla bir sivil toplum kuruluşuna adayacağım gibi geliyor. Çünkü hayatta başkalarına iyi geldiğime inandığımda tatmin olmuş hissediyorum,” diye ekliyor.
Malum linç kültürü, biz fanilerden yıldızlara kadar her kesimde, her platformda karşımıza çıkabiliyor. Pınar Deniz’ söylediği, yaptığı her şeyin farklı yerlere çekilmesinin,sertçe eleştirilmenin ona nasıl hissettirdiğini soruyorum. Etkilenmemeyi başarabiliyor mu? “Etkilenmemeye çalışıyorum ama başardım diyemem. Ben de insanım ve duygularım var. Ama dünyada milyonlarca insan, yani milyonlarca fikir var. Sadece Türkiye’de değil, dünya yıldızlarının fotoğraflarının altına da girsen 100 tane iyi yorum varsa 1.000 tane kötü yorum var. Belki de insanlar kendi yaşayamadıkları duygular, olamadığı kişiler üzerinden başkalarına saldırmayı tercih ediyorlardır.”
Sır değil, Pınar Deniz’in Kaan Yıldırım’la mutlu bir ilişkileri var. Taraflardan birinin ünlü olması bile yeterince zorken, ikisi birden tanınan insanlar olunca mahremiyetlerini korumayı nasıl başardıklarını merak ediyorum. “Bu durumu hiç ciddiye almayarak,” diyor. “Bana göre ilişki sadece iki insan arasında yaşanması gereken bir şey. Ben avukat da, doktor da olabilirdim. Tabii ki bu sektörde ilişki kurmak daha zor ama açıkçası bizi çok da etkilemiyor bu durum.”

İlişkide nasıl bir insan peki? Karşımda kendini bu kadar rahat ve iyi ifade eden birini bulunca, sormaktan çekinmiyorum. “Önceden kendi fikirlerimi karşı tarafa empoze etmeye çalışırdım. İkna kabiliyetim çok yüksekti, o yüzden manipülatif bir yönüm vardı. Kendimle uğraştıkça, daha spiritüel bir hayata yönelip farklı çalışmalarla ilgilendikçe bu özelliğim değişti. Açık bir enerjiye ve zihne sahip olduğumu düşünüyorum, karşı tarafı yargılamamak üzerine kurulu bir hayatım var. Genelde bu özelliğimden dolayı da hep dert dinliyorum,” diyor gülerek ve ekliyor, “Birini yargılayan, kendi kalıbı üzerinden not veren insanlara hayatımda yer vermemeye çalışıyorum çünkü ben öyle biri değilim. Empati yeteneğimin yüksek olduğuna inanıyorum.” Genelde karşımdakine yakın gelecek planlarını sorarak tamamlarım röportajlarımı. Ama bu sefer, sadece gelecek fikrinin ona nasıl hissettirdiğini merak ediyorum. Umutlu mu? “Eskiden Pollyanna gibiydim,herşeyeumutla bakmayı tercih ediyordum ama gelecek beni heyecanlandırmıyor galiba. Heyecanlandırmaması bazen beni korkutuyor hatta. Sanki hala geçmişte yaşıyor gibiyim, o nostaljik havayı daha çok seviyorum. Geçmişin saflığı beni daha çok etkiliyor. Gelecekte saflık değil, aksine hep bir çıkar ilişkisi hissediyorum.”

Geçmiş ve gelecek arasında bir yerde, Pınar Deniz’ın ideal dünyası nasıl bir yer olurdu? Realist bir cevap veriyor. “Adil derim ama ben adil bir dünya olabileceğini düşünmüyorum. Dünya öyle bir şey değil, hiçbir zaman adil bir yer olmayacak. Dünya tarihiyle ilgili bir şeyler izliyorum ve hep aynı, hiçbir şey değişmiyor. Sanki bir kitap var, yönetenler bu kitapta yazanları sürekli uyguluyorlar. Uzay çağına geldiğimizde de aynı kurallar geçerli olacak. Bazı insanlar kötü, bazıları iyi, bazıları adil bazıları ise adaletsiz olacak ve bu böyle gidecek. O yüzden kendi çevresini, habitatını düzeltmesi gerekiyor insanın. Onun dışında hiçbir şeyi kontrol edemeyiz.”
İlginizi çekebilir >>>>> Cemre Baysel: Yeni romantik