Porseleni zamansız bir anlatı aracına dönüştüren tasarımcı Esma Dereboy, bu kez İstanbul’un katmanlı ruhundan ilham alan yeni koleksiyonuyla karşımızda. “Origins İstanbul”, şehrin mimari hafızasını yedi ikonik yapı üzerinden yeniden yorumluyor. Biz de Esma Dereboy ile yaratım sürecini, koleksiyonun ardındaki hikayeyi ve gelecek planlarını konuştuk.
Bugün uluslararası bir sanatçısınız ama merak ediyorum, kil ile ilk temasınızı hatırlıyor musunuz?
Evet çok net hatırlıyorum. Çocukken oyun hamurları ile oynamayı çok severdim. Hayvan figürleri yaptığımı hatırlıyorum. Sonrasında da hep sanatsal işlerin peşinde koştum. Cam boyama, heykel ve resim, hayatımın hep içinde oldu.
Her koleksiyonunuzun arkasında bir hikâye var. Son koleksiyonunuz Origins İstanbul’un hikâyesi sizin zihninizde nasıl başladı?
İstanbul benim için bir şehirden çok daha fazlası; katmanlı bir hafıza, sürekli dönüşen bir ruh. Origins İstanbul fikri de bu hafızanın peşine düşmemle başladı. Şehrin ikonik yapılarını çağdaş bir dille yorumlayarak ; geçmişle gelecek arasında bağlantı kurmayı hedefledim. Yedi farklı yapının izinde, şehrin ruhunu yeniden yorumlamak benim için büyük bir keyif oldu. Aslında bu koleksiyon, geçmişle bugün arasında bir köprü kurma çabamın ürünü diyebiliriz.
Koleksiyon, İstanbul’a aidiyet duyan ya da bu şehirle duygusal bir bağı olan herkese hitap ediyor. Aynı zamanda mimariyle, tarihsel katmanlarla ve çağdaş tasarımla ilgilenen sanatseverler için de özel bir anlam taşıyor.

Koleksiyondaki her eserin bir kavrama denk geldiğini biliyoruz, köklenme, teslimiyet, dönüşüm… Hepsi oldukça değerli ama bunlardan sizin için daha özel bir anlam taşıyan var mı?
Benim için en özel olan “dönüşüm” kavramı. Çünkü sanat da hayat da sürekli bir değişim içinde. Bir eseri yaparken de kendi yolculuğumda da sürekli dönüşüyorum. Bu bazen zorlayıcı olsa da en besleyici tarafı da orada.
Origins İstanbul’da, şehrin mimari hafızasını yedi ikonik yapıyla porselen üzerinden yorumluyorsunuz. Bu yapıların ruhunu eserlere taşırken sizi en çok zorlayan ne oldu?
En zor olan, bu yapıların büyüklüğünü ve anlamını küçük bir forma sığdırmaktı. Onların taşıdığı tarih, hafıza ve sembolik değer çok katmanlı. Benim için mesele yapıları birebir taklit etmek değil, ruhlarını hissettirebilmekti. İşte o dengeyi kurmak, en çok emek verdiğim kısımdı.

Son koleksiyonunuzda olduğu gibi eserlerinizde geçmişle bugünü yan yana getiriyorsunuz. Bu iki zaman katmanını buluşturmak sizin için ne ifade ediyor?
Benim için bu buluşma, köklerimizden kopmadan ilerlemenin bir sembolü. Geçmiş bize ilham, bugün ise ifade alanı veriyor. İkisini bir araya getirdiğimde hem kendimi daha bütün hissediyorum hem de eserlerimin toplumla zamansız bir bağ kurduğuna inanıyorum.
Eserleriniz dünyanın farklı coğrafyalarında insanlarla buluşuyor. Bu buluşmaların size kattığı en şaşırtıcı ya da öğretici deneyim ne oldu?
Sanatın sınır tanımadığını ve aslında ortak bir insanlık dili olduğunu bu tür anlarda daha derinden kavrıyorum. Eserlerimin dünyanın farklı coğrafyalarında insanlarla buluşması, bana tasarımın evrenselliğini tekrar hatırlatıyor. Bir parça, İstanbul’un kalbinde doğup Tokyo’da ya da New York’ta bir sofraya yerleştiğinde, kendi köklerinden kopmadan orada yeni bir hikâye yazıyor.
Ve belki de en öğretici olan şu: Bir eser ya da ürün ortaya koyduğunuzda, onun gerçek anlamını izleyicisi tamamlıyor.

Yeni koleksiyonlarınızla sanat dünyasında dikkat çekmeye devam ediyorsunuz. Okuyucularımıza küçük bir ipucu verebilir misiniz: Ufukta yeni bir koleksiyon hazırlığı var mı?
Tabii ki evet. Biraz objelerden uzaklaşıp duvarda konumlanacak işler yapmak istiyorum. Sofra tarafında ise sofra deneyimini daha sanatsal bir dille dönüştürmek gibi bir hayalim var. Her sofra, kullanıcısının yorumuyla benzersiz bir deneyime dönüşecek. Sofra takımlarının, her biri sanat eseri olarak algılanan parçalardan oluşmasını sağlayacak yeni tabak koleksiyonları yolda. Bu sene yılbaşı dönemi için de çok heyecanlıyız. Sadece yılbaşına özgü ürünler tasarladık. Kurumsal ve perakende müşterilerimizin yılın bu döneminde hem estetik ve kalıcı hem de kişiselleştirilmiş hediyeler sunmasına imkân tanıyacağız.

Son olarak kendi yolunu çizmeye çalışan genç sanatçılara bu noktadan bakınca ne söylemek istersiniz?
En önemlisi, sabırlı olmak. Yol bazen uzun ve zorlu olabilir ama sanatçı kendi sesine sadık kaldığında, eserleri mutlaka bir gün birileriyle buluşuyor. Başkaları gibi olmaya çalışmak yerine, kendileri gibi olmayı seçmeleri en kıymetlisi. Çünkü gerçek yaratıcılık taklitten değil, içten gelen o özgün sesin peşinden gitmekten doğuyor.