Kumdan kodlara: Zamanın hafızasında yürümek

7 Temmuz 2025

Suudi Arabistan’ın Riyad kentinde bulunan Misk Art Institute tarafından düzenlenen Masaha Cycle 9 konuk sanatçı programına davet edilen eko-performans sanatçısı ve sürdürülebilirlik yazarı Ayça Ceylan ile, sergi için tasarladığı The Sandland Oracle: Codes of the Ancient Future adlı interaktif yerleştirme projesini konuştuk.

Öncelikle, eko-performans sanatçısı en basit haliyle ne demek?

Eko-performans sanatçısı olmak, doğayı yalnızca bir tema olarak değil, canlı bir özne olarak görmek demektir. Benim için bu; beden, hafıza, ritüel ve sezgi aracılığıyla doğayla duygusal, fiziksel ve spiritüel bir ilişki kurarak üretmek anlamına geliyor. Doğa, benim hem öğretmenim hem de yaratım partnerim. Eko-performans, doğanın desteğiyle, içsel dünyamızla dış dünyayı birbirine bağlayan bir hatırlama ve dönüştürme alanı yaratıyor. Sanat aracılığıyla insan ve doğa arasındaki bağı onarmak ve bu bağı hissederek yeniden kurmak, sanat yolculuğumun merkezinde yer alıyor. Çünkü bu bağ yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda duygusal, sezgisel ve hatta mitolojik bir hafızayla örülü. Eko-performans sayesinde izleyiciyi de bu bağın bir parçası hâline getirerek birlikte hatırlama, birlikte dönüşme ve doğayla yeniden uyumlanma alanları açabiliyoruz.

Misk Art Institute Masaha Cycle 9 konuk sanatçı programına seçildiniz. The Sandland Oracle: Codes of the Ancient Future projenizden ve bu programdan bahseder misiniz?

The Sandland Oracle: Codes of the Ancient Future, çölü hem kadim bir arşiv hem de dönüşümün vizyoner bir mekanı olarak yeniden kurgulayan, çok katmanlı bir yerleştirme projesi. “Geçmişin kumları, geleceğin manzaralarını nasıl şekillendirir?” sorusundan yola çıkan bu interaktif yerleştirmemde; mitoloji, ekoloji, gelenek ve teknolojinin bir araya gelerek kimliği ve kolektif şifayı nasıl inşa ettiğine, ayrıca çevresel sürdürülebilirlik politikalarına neler katabileceğine odaklanıyorum. Projenin mekansal ve sembolik çıkış noktaları arasında; Al-Dahna Çölü’nün hilal (ayça) biçimli kum tepeleri, AlUla’da 7.000 yıl öncesine dayanan deniz kabuklarının bulunduğu kadim izler, Diriyah’ın “toprağın kenti” olması ve nun (ن) harfi yer alıyor. Yerleştirme; video sanatı, canlı performans, 3D baskılar, sanatçı e-kitabı ve yapay zeka gibi araçlarla bireysel bellek ile kolektif bellek arasındaki bağı araştırıyor. Bu sayede, atalara ait bilgeliğin güncel araçlarla yeniden yorumlanabileceği, şiirsel ve çok boyutlu bir düşünme alanı açmayı hedefliyor. Misk Art Institute, Suudi Arabistan Krallığı Veliaht Prensi Muhammed bin Salman tarafından kurulan Misk Foundation çatısı altında, 2017 yılından bu yana sanatçılar arası kültürel alışverişi desteklemeyi ve bölgedeki çağdaş sanat üretimini geliştirmeyi amaçlıyor. Cycle 9 kapsamında altı uluslararası ve altı Suudi sanatçı, konuk sanatçı programına davet edildi. Üç ay boyunca yaşam masraflarından sergi bütçesine, uluslararası ve yerel sanat kurumlarıyla bağlantılardan teknik desteğe kadar her alanda sanatçıların yanında oluyorlar. Ayrıca, masterclass’lar, danışmanlık süreçleri ve bölgesel geziler gibi sanatçının üretimden önceki araştırma aşamasını destekleyen çeşitli aktiviteler de programın bir parçası. Bu süreçte destekleri için, Misk Art ekibinden görsel sanatçı ve sanat yöneticisi Sharine Atif ile Jeeda Almejaish’e, süreç boyunca yanımda olan mentörüm, Factum Foundation’da yaratıcı direktör olarak görev yapan fotoğrafçı Osama Dawod’a, beni nun harfinin kozmik dünyası ile tanıştıran sanat tarihçisi Dr. Elizabeth Rauh’a, tüm Misk Art ekibine, 3D baskı sürecinde bana destek olan Wam Studio’dan Dr. Saad Howede ile sanatçı ve tasarımcı Omer Alrae’ya, oyun tasarımcısı Anas Alsahli’ye ve ismini sayamadığım, Suudi Arabistan’da tanıştığım tüm sanat profesyonellerine teşekkür ederim.

Kum, deniz kabukları ve hilal gibi sembolleri eserinizde neden tercih ettiniz? Bu semboller sizin için ne ifade ediyor?

Bu semboller benim için yalnızca görsel ögeler değil, aynı zamanda sezgisel hafızanın kapılarını açan anahtarlar. Her biri, hem kişisel yolculuğumda hem de kolektif bilinçte taşıdığı anlamlarla The Sandland Oracle’ın sembolik haritasını oluşturuyor. Kum, benim için zamanın dokusu. Geçmişin izlerini ve geleceğin potansiyelini aynı anda taşıyor. Çöl, dışarıdan sessiz görünse de içinde hafıza, dönüşüm, bilgi ve sezgiyle dolu bir kütüphane gibi. Deniz kabukları, farklı mitolojilerde dişil bilgelik, doğum, korunma, yeni başlangıçlar ve evrensel bilgiyle ilişkilendiriliyor. AlUla’da 7.000 yıllık deniz kabuklarına rastlamak, onların yalnızca estetik değil, zamanlar ötesi birer bilgi kapsülü olduğunun bilimsel bir göstergesi. Aynı zamanda çocukluğumdan bu yana denizle kurduğum güçlü bağın bir yansıması. Hilal ise hem ismim Ayça’ya işaret eden, hem de sezgi, yeni başlangıçlar ve umutla bağlantılı bir sembol. Arapça’daki nun (ن) harfinin alt kısmının hilal formuna benzemesi ise “kozmik rahim” fikrimin doğmasına neden oldu. Bu sembolleri bir arada düşündüğümüzde; geçmişle geleceği, bedenle ruhu, doğayla teknolojiyi birbirine bağlayan çok katmanlı bir anlatı sistemi kuruyorlar.

Projenizde geçmişten gelen hikayelerle geleceğe dair imgeleri bir araya getiriyorsunuz. Bu iki zamanı buluşturma fikri nasıl ortaya çıktı?

Zamanı çizgisel değil, döngüsel bir varlık olarak algılamayı seçtim. Geçmiş, yalnızca geride kalmış bir an değil; bedenimizde, sesimizde, rüyalarımızda ve doğayla kurduğumuz ilişkide hâlâ canlı bir şekilde titreşiyor. Gelecek ise sadece önümüzde duran ve ona ulaşmamızı bekleyen bir an değil. Karşılaştırmalı mitoloji ve doğa sembolleri gibi arketipsel öğeler, hem geçmişe hem de geleceğe aynı anda temas edebilen evrensel bir dile sahip. Ben de bu dili çağdaş araçlarla yeniden kurarak, izleyiciye zamanlar arası bir hatırlama alanı sunmak istiyorum. Antik olanla geleceği buluşturmak, yalnızca estetik bir tercih değil, aynı zamanda kadim bir yeniden bağ kurma biçimi. Çünkü biz ne sadece geçmişin çocuklarıyız, ne de sadece geleceğin yolcuları-biz her iki zamanın da sesini taşıyanlar olabiliriz.

Sanatınızda rüyaların ve sezgilerin rolü nedir? Bir rüyanın size yön verdiği bir anı bizimle paylaşır mısınız?

Rüyalar benim için yalnızca uyku sırasında görülen sahneler değil; sanatımın, uyanık dünyada var olmayan ama derinlikli bir atölyesi. Üretim sürecime çoğu zaman güçlü rüyalar eşlik eder-bazen bir imgeyle, bazen bir sembolle, bazen de yalnızca bir hisle. Rüyalar; bilinçle henüz şekillenmemiş duyguların, kadim bilgeliklerin ve kolektif hafızanın titreştiği alanlar. Sanırım sanatımda “sezgisel hafıza” dediğim şeyin en güçlü kapılarından biri de tam olarak bu rüya alanı. The Sandland Oracle: Codes of the Ancient Future projesi de tam anlamıyla böyle bir rüyayla doğdu. 2024’ün Aralık ayında gördüğüm bir rüyada, kendimi çölün ortasında buldum. Kumlara diz çöküp parmaklarımla şu satırları yazdım:

“Ben hilal kumulların kızı
Deniz kabuklarının sesi
Ve kodların taşıyıcısıyım
Andra, kumlarda benimle yürü.”

kum

O kadar gerçekçiydi ki, ilerleyen günlerde sabah rutinime dahil olan meditasyon ve kendi geliştirdiğim “memory map” egzersizimde bu dizelerdeki semboller üzerine çalıştım. Sadece içimden gelen sezgisel imgelerle değil, onların izini süren masa başı araştırmalarla da süreci derinleştirdim. Ve bu rüya hâlâ benimle çalışıyor. 

Suudi Arabistan’da yaptığınız gözlemler bu projeye nasıl yansıdı? Oradaki çevre ve kültür sizi nasıl etkiledi?

Beni etkileyen çok fazla anlatı ve bilgiyle karşılaştım, ancak sanırım bunların içinde üçü, öğrendiğim andan itibaren hep yüksek bir titreşimle benimle kaldı. İlki, Suudi Arabistan’da özellikle çöl bölgelerinde yapılan gezilerde karşılaştığım “şarkı söyleyen kumlar” kavramı. Singing sand olarak bilinen bu olgu, rüzgarın kum taneleriyle etkileşime geçtiğinde farklı frekanslarda sesler üretmesiyle oluşuyor. Bilimsel araştırmalar da bu doğa olayını doğruluyor ve potansiyelleri üzerine çalışmalar yürütüyor. Kumun bir ses taşıyıcısı olması, projeme hem fiziksel hem de sembolik düzeyde çok şey kattı. İkinci olarak, ülkenin bazı bölgelerinin yaklaşık 45 milyon yıl önce Tetis Okyanusu’nun tabanı olması beni büyüledi. Bu bilgi, deniz kabukları ve su elementinin projedeki yerini derinleştirdi. Üçüncü olarak ise, Arap alfabesindeki “nun” (ن) harfinin kadim belleği ve sembolik evreniyle tanışmak. Nun’un hilal formuna benzeyen yapısı ve taşıdığı çok katmanlı anlamlar, projeye kozmik bir boyut kazandırdı. Açıkçası başta Suudi Arabistan’a dair imgelerim oldukça sınırlıydı. Ama buraya geldikten sonra Misk Art tarafından organize edilen geziler, müze ve sanatçı atölyesi ziyaretleri sayesinde hem yerel hem de uluslararası sanat-kültür ekosisteminin birçok aktörüyle tanışma imkanım oldu. Devlet kurumları da dahil olmak üzere kadınların ve gençlerin desteklendiğini ve önemli pozisyonlarda yer aldıklarını gözlemledim. Ülkede kültürel bir dönüşüm süreci açıkça hissediliyor. Bu geçiş döneminde burada olmak, değişimin tam ortasında durmak ve bu yaratıcı enerjiyle beslenmek, sanatsal sürecime yepyeni bir perspektif kazandırdı.

Teknolojiyle geleneksel öğeleri bir arada kullanmak cesur bir yaklaşım. Bu iki farklı dünyayı birleştirirken nasıl bir denge kuruyorsunuz?

Teknoloji benim için bir karşıtlık değil, aksine geçmişle bugün arasında bir köprü. 3D baskılar, yapay zeka ile üretilmiş videolar ya da çeşitli dijital yaklaşımlar, geçmişten gelen bilgeliği bugünün diliyle aktarabilmemi sağlayan araçlar. Geleneksel semboller ve ritüellerle birleştiğinde ise teknoloji, salt bir araç olmaktan çıkıp anlam taşıyıcısına dönüşüyor. Bu dengeyi kurarken benim için sezgi, niyet, araştırma ve derinlik çok belirleyici. Eğer niyet dönüşüm ise, üretim sürecinde kullanılan aracın ne olduğu değil, onun taşıdığı titreşim önem kazanıyor. Kum da kutsal olabilir, kod da.

Performanslarınızda izleyicilerin de aktif bir şekilde yer almasını istiyorsunuz. Sizce izleyicinin bu katılımı esere ne katıyor?

Performanslarımda izleyicinin yalnızca izleyen değil, katılan, hisseden ve birlikte yaratan bir özneye dönüşmesini önemsiyorum. Bu nedenle yerleştirmenin canlı performans kısmında bazı bölümleri bilinçli olarak ucu açık bırakıyorum. Böylece izleyicinin içgüdüsel olarak sürece dahil olabileceği alanlar açılıyor. Bu etkileşim, izleyiciyle performans arasında daha derin ve kişisel bir bağ kurulmasını sağlıyor. Çünkü katılımcı olan kişi artık sadece izlemiyor; dokunuyor, hissediyor, hatta dönüştürüyor. Bu karşılaşmalar, sanatın yalnızca bireysel bir ifade değil, aynı zamanda kolektif bir farkındalık ve şifa alanı olabileceğini hatırlatıyor. Sonuç olarak izleyiciyle kurduğum ilişki, sanatçının mesajını aktardığı tek yönlü bir iletişim değil, karşılıklı bir var olma hâli. Bu da sanatın yaşamla, bedenle ve diğerleriyle daha organik bir şekilde bağ kurmasını sağlıyor.

Eserleriniz insan ile doğa arasında yeni bir bağ kurmaya çalışıyor gibi. Sizce sanat, bu bağı yeniden kurmak için nasıl bir rol oynayabilir?

Sanat, duygusal zekayı ve sezgisel bilgeliği harekete geçirebilen nadir alanlardan biri. Ekolojik sorunlar yalnızca teknik ya da politik meseleler değil; aynı zamanda ruhsal ve duygusal bir kopuşun yansımaları. Eko-performans, insan ile doğa arasındaki bu kopuşa karşı, bedensel bir hatırlama pratiği olabilir. Bedenle, ritüelle, duyularla ve hareketle doğayla yeniden sağlıklı ve şefkatli bir ilişki kurmak mümkün. İklim krizinin etkilerini yoğun biçimde yaşadığımız bu dönemde, bireysel farkındalıktan kolektif eyleme uzanan bir yolculuk için, insan merkezli düşünme biçimlerinin ötesine geçmemiz gerekiyor. Dünya tüm türlerin ortak evidir ve bunu hatırlamak, sanat aracılığıyla izleyiciyi doğayla yeniden bağ kurmaya davet etmek anlamına geliyor. Eko-performansın belki de en güçlü yanı; içsel dünyamıza dokunarak, dış dünyada yankı bulmasını ve nihayetinde bizi harekete geçmeye teşvik etmesini sağlaması.

Daha Fazla İçerik

“Pick me girl” etiketi: İnternet kadınları yargılamayı ne zaman bırakacak? 

Son dönemde “pick me” ifadesi, kadınları susturmanın ya da küçümsemenin
meme uçları

Arka sıradakiler için yüksek sesle: Meme uçlarını konuşuyoruz

Son dönemde meme uçlarının yeniden gündeme gelmesi yalnızca bir “görünürlük”