Taner Ölmez ile Röportaj

O kadar uzun zamandır hayatımızda ki, sanki tanışıyor gibiyiz Taner Ölmez’le. Bugünlerde savant sendromlu deha Ali’nin hikayesini anlatan Mucize Doktor dizisinde oynuyor. Tabii Taner Ölmez denince Müslüm’den, Medcezir’den, oyuncu Serkan Keskin’in de parçası olduğu ve türküleri batı enstrümanlarıyla yorumladıkları Barabar isimli gruplarından bahsetmemek olmazdı ve merak etmeyin hepsini konuştuk.
 

  • Hemen Mucize Doktor’a gelelim, ne zaman tanıştın onunla, nasıl hazırlandın bu özel karaktere?

Bana senaryo yaklaşık üç ay önce geldi. Orijinalini izlememiştim ve ilk bölümü okuyunca çok şaşırdım. Çünkü televizyon için enteresan bir hikaye, otizmi, savant sendromunu işliyor bir kere ve çok naif bir dili var. Hastalığın yanı sıra diğer karakterlerin hikayelerini de izleyeceğiz. Otizmli bir çocuğun var olma hikayesi. Bunun bir engel olmadığı, farklılık olduğunun altının çizildiği bir senaryo. Böyle farklı bir hikayeye yer verilmesi öncelikle sektörel açıdan beni çok mutlu etti, rol için beni düşünmüş olmaları da ayrıca sevindirdi. Duble mutluluk yani (gülüyor). İlk görüşmeye gittiğimde de bunu söyledim yapımcılara, “Ben bu işin içinde olurum ya da olmam ama beni düşünmüş olmanıza çok sevindim. Kim alırsa alsın bu rolü, senarist ve yönetmenden çok, hasta ve doktorla çalışması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü konu çok hassas bir noktaya işaret ediyor. Çocuğu, ailesini, arkadaşını kırmayalım, incitmeyelim,” dedim.
 

  • Pek çok sosyal sorumluluk projesiyle de bir arada yürüyebilecek bir iş bu ülkemizde.

Evet! Zaten projeye çalışırken otizmli çocuklarla buluştum, aileleriyle görüştüm, aynı çocukla birkaç kez de görüştüm. Çoğunlukla sustum ve gözlemledim, onların rahatladığı noktada dahil oldum dünyalarına. Evlerine gittim, odalarında onlarla oturdum. O kadar hassas bir hikaye ki. Bu gözlemi yaparken çok naif davranmam gerektiğini hissettim, üzmemem gereken insanlar, aileleri ve arkadaşları var.
 

  • Kendin mi buldun bu aileleri?

Ben araştırdım, sonra yapım şirketine gittim onlar bağlantıyı kurdu bu insanlarla. Bir oyuncu koçu serüvenim oldu. Kendimi hazır hissettiğim noktaya gelebilmek için günde en az iki üç durağım oluyordu. Bunun haricinde akşam eve gidince makaleler okudum ve videolar izledim.En sonunda oyuncu koçum ve yönetmenim, “Artık çalışmana gerek yok Taner,” dediler. Bana soru sorulduğu zaman rolümle ya da senaryoyla alakalı cevap verebilecek, bir doğaçlamanın sonunu getirebilecek durumdayım. Benim için önemli olan buydu. Bu özel bir karakterdi, ama yan bir rol için bile olsa oyuncu koçuyla çalışırdım, hep çalıştım. Bu her oyuncunun yapması gereken şey, bir futbolcu nasıl altı gün antrenman yapıyorsa bizim de bir sorumluluğumuz var seyircinin karşısında, güzel paralar kazanıyoruz karşılığında ne de olsa.
 

  • Ali bir cerrah ve sen kan görmeye dayanamıyorsun, nasıl hazırlandın bu meseleye?

Gerçekten kan gördüğümde kötü oluyorum. Sette sorun yok, gerçek olmadığını biliyorum çünkü ne de olsa. Ancak hastane sahnelerini çektiğimiz hastanede acile biri geldiğinde benim şalter kapanıyor.
 

  • Eyvah. Peki kan aldırman gerekiyor diyelim, ne yapıyorsun?

Aldırmıyorum (gülüyor). Ben hastaneye hiç gitmiyorum. Çok güvendiğim bir eczanem vardır, ne derdim varsa oradaki eczacı hanıma söylerim o çözer bir şekilde. Maalesef kötü bir örneğim bu konuda, ortaokulda bir kere anneannem götürmüştü hastaneye, sonra bir daha da gitmedim.
 

  • Peki dizinin Kore yapımı orijinalini ya da Amerikan versiyonunu izledin mi?

Orijinalini izleyip izlememe konusunda kararsızdım. Ama sonra izleyebileceğime dair yapımdan onay geldi ve oturdum başına. Bu benim ikinci uyarlamam, Medcezir de The OC’nin uyarlamasıydı. O zaman yapımdan hiçbir yorum gelmemişti ve izlememiştim, zaten istememiştim de izlemeyi. Türkiye’nin dinamikleri bambaşka. Bir yerde sonra mecburen kopuyorsun orijinalinden. Senaristimiz Ece Yörenç ülkenin dinamiklerini çok iyi biliyordu ve gündemde yaşananları Medcezir’in senaryosuna hemen uyarlıyordu. Burada hastanenin içinde olduğunuz için orijinal senaryodan daha çok yararlanabilirsiniz gibi geliyor bana. Burada da en çok güvendiğim şey senaristlerimiz Pınar Bulut ve Onur Koralp. Çok naif, çok güzel cümleler yazıyor Pınar. İkinci bölüm elimde şu an ve çekime başlamayı iple çekiyorum.
 

  • Kadroda başka hangi isimler var?

Reha Özcan beni buraya getiren, İstanbul’daki hastaneye sokmaya çalışan hekimi canlandırıyor, sonra Onur Tuna var. O kadar çok bekledim ki diğer oyuncuların gelmesini, seslerini duymaya çok ihtiyacım vardı. Okuma provasında bir araya geldik ilk olarak ve acayip rahatladım, her şey oturdu yerli yerine. Sinem Ünsal, Özge Özder, Hazal Türesan, Bihter Dinçel, Fırat Altunmeşe, Hayal Köseoğlu, Korhan Herduran ve Murat Aygen de kadrodaki diğer isimler.
 

  • Ali ismi çok yakışmış karakterine.

Öyle çok severim ki Ali ismini. Hele de Tuncelili bir Alevi çocuğu olarak. Hem anne hem de baba tarafından. Annem ve babam akrabalar bu arada hatta amca çocukları. Annemin soyadı evlenince değişmemiş.
 

  • Baba tarafının kasap olması durumuna da değinmek istiyorum. İyi etten anlıyor musun?

Amcalarım, babam herkes kasap. Evet, çok iyi anlarım tabii ki (gülüyor). Tarih bilmiyorum ama ağabeyim ve ben doğmadan önce gelmişler İstanbul’a. Bizimkiler Tunceli’nin Ovacık, Ziyaret Köyü’nden, adı üstünde insanlar buraya ziyarete geliyor ve adak adıyorlar, bizimkilerin de sürüsü var ve bu insanlara hayvan satıyorlar ve dolayısıyla da bıçak kullanmayı biliyorlar. Önce dedem İstanbul, Sütlüce’ye geliyor, o zaman orada mezbahalar var, “Gelin,” diyor oğullarına, “Burada iş var,” onlar da geliyor. İşler gerçekten iyi gidiyor beş tane filan kasap dükkanımız oluyor bir dönem, sonra krizler yaşanıyor malum. Ama şimdi yeniden kasap dükkanı var babamın, birkaç yıl önce açtı.
 

  • Annenle baban İsviçre’ye gidiyor sen küçükken ve siz ağabeyinle ayrı büyüyorsunuz.

Evet, ben doğduktan sonra bizimkiler bir dönem İsviçre’ye gidiyor, ben anneannemle kalıyorum, ağabeyimse babaannemde. Ben ağabeyimi ilk kez dört yaşındayken gördüm. Bana karşı çok öfkeliymiş, “Kardeş mi ne kardeşi? diyormuş. Ama beni gördükten sonra fikri değişmiş, “Seni bir gördüm, kıvır kıvır siyah saçlarınla çok sevimli bir çocuk olduğunu düşündüm,” diyor. Bakkalımız vardı bizim Tunceli’de ben orada çalışıyordum yazları, sonra okulda derslerim iyi olduğundan beni İstanbul’a okumaya gönderdiler.
 

  • Küçük yaşlarından beri hep çalışıyorsun.

Ben bu işlere başladığımda Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nda Aytekin Özen’le çalıştım ve bana medrese eğitimi verdi, çok sert bir eğitimdi. Bir süre sonra konservatuvara girmek istemediğime karar verdim, işin mutfağındayım zaten diye düşünüyordum. Sonra beni kovdular, yanlış bir şeyler oldu, konservatuvar sınavlarında buldum kendimi ve girer girmez de kazandım. 21 yaşındaydım, o zaman anladım çalışmanın önemini. Bakkalda, kuyumcuda, konser mekanında çalışmış, her türlü işi yapmıştım. O kadar çok şey yaşamışım, anılar ve hikayeler biriktirmişim ve bunlar öyle değerliymiş ki. Okul arkadaşlarımla tanışınca anladım bunun değerini, dut yemiş bülbül gibi duruyorlardı pek çoğu. Bu iş de böyle bir şey, yaşamış olman gerekiyor.
 

  • Bana kariyeri açısından en beğendiğin oyuncunun kim olduğunu söyleyebilir misin?

Tek bir isim vermemi istiyorsan cevabım Süleyman Turan olur.
 

  • Tanışma ya da birlikte çalışma şansın oldu mu?

Hayır ama arkadaşlarını çok iyi tanıyorum. Çok bilgili biridir, çok yeteneklidir ama başını öne eğer. Onunla çalışan herkes ona saygı duyar.
 

  • İyi bir oyuncudan önce iyi bir insan, saygı duyulan biri olmak gerekli değil mi?

Tabii ki, başka türlü iyi bir oyuncu olamazsın. Süleyman Turan, “Oyunculuk mahcup insanın intikamıdır,” der. O kadar doğru ki… Gittiği her yere ışığını taşıyan birisidir. Ahmet Mekin’e sürekli söylerim, “Bana biraz Süleyman’ı anlatır mısın?”, “Ah Süleyman,” der (gülüyor). Rahmetli Tarık Akan’la tanıştım bir gün, ona hayran olduğumu ve yerinin farklı olduğunu söyledim, “Ama kusura bakmayın bir isim daha var ki o sizin biraz önünüze geçiyor.” Süleyman Turan olduğunu duyunca, “Süpersin,” dedi.
 

  • Ona hayranlığın nasıl başladı?

O kadar farklı karakterler oynuyor ki. Araştırmaya başladım, araştırdıkça da derinleşti, dolgun başakların boynu bükük olur ya, öyle dolu dolu bir insan. Zaten bizde çok iyi bir sürü oyuncu var ama projeler aynı kalitede olamıyor çoğunlukla ne yazık ki. Sistem henüz buna izin vermiyor.
 

  • Müslüm’den bahsedelim mi? Ben filmi sevdim. Sen içerden biri olarak ne düşündün?

Duyar duymaz beni inanılmaz mutlu eden bir projeydi. Mucize Doktor’da olduğu gibi beni düşünmüş olmaları çok mutlu etti öncelikle bu rol için, sonra senaryosunu Hakan Günday’ın yazdığını duyduğumda keyfim ikiye katlandı. Kendi rolümle ilgili biraz tartıştığım yerler olmuştu, o konuda yapımla pek anlaşamadığımız anlar oldu, özellikle de Ahmet’in ölümü hakkında. Teknik konulardı daha çok. Ama sonuçta film çok izlendi, birkaç kere gidip izleyenler bile oldu. Daha iyisi olabilir diye düşündüm evet, ama o benim kişisel hastalığım belki de.
 

  • Bu yıl iyi biyografiler izledik, Bohemian Rhapsody, Müslüm, Rocketman… Sen kimin hayatı çekilsin istersin başka?

Neşet Ertaş’ın hikayesini izlemeyi isterdim. Bana kalsa tanıdık birini de oynatmam. Çok iyi bağlama çalmayı bilmesi lazım bir kere her şeyden önce onu oynayacak kişinin ne de olsa.
 

  • Dizi izliyor musun?

Çok kötü bir televizyon izleyicisiyim. Sadece yemek programlarını izliyorum. Nerede yemekle ilgili bir şey görsem onu izlerim.
 
 

  • Nereden geliyor bu ilgi?

Bu bir hastalık. Senle tanışayım, arkadaş olalım, sana hemen evde en kolay hangi yemeği yapabileceğini gelir öğretirim, malzemeleri de getiririm yani fırın torbasından kağıdına.
 

  • En sevdiğin yemek?

Tencere yemeklerini de çok seviyorum fırın yemeklerini de. Sevmediğim bir şey yok doğrusu.
 

  • Ece çok şanslı o halde!

Ece’ye de öğrettim. Çok tatlı bir annesi var, iki kız kardeşler ama hiç mutfağa sokmamış. Ama şimdi öğrendi, dün bir ıspanak yapmıştı, o kadar güzel olmuş ki, mükemmel! Uyanık tabii, yıkanmışını almış (gülüyor). Bak o ıspanağı üç öğün yerim ben mesela, o kadar çok seviyorum, en sevdiğim yemeği sordun ya, o yaklaşır o mertebeye.
 

  • Bir oyuncu olarak sahnede şarkı söylerken ne hissediyorsun Taner?

Ben bu işin bu kadar ciddi bir şeye dönüşeceğini düşünmeden başladım. Semaver Kumpanya’da Semaver ve Kumpanya isimli oyunda canlı müzik vardı, “Banttan çalmasın,” dedi Serkan Keskin, Leyla and the Band’de birlikte çaldıkları Fırat İkisivri’yi çağırdı, “Spotifier,” der ona Serkan, ne söylersen söyle çalabilir. Öyle engin bir müzik bilgisi vardır çünkü Fırat’ın. Fırat da geldi, bir prova 15 prova oldu biz birbirimizi çok sevdik. Sonra Serkan’in evine taşındı provalar. Derken bugüne geldik.
 

  • İnsanların tepkisi nasıl?

İlk kez Ankara’da sahneye çıktık, çok sevdiler. Ben hatta bayağı şaşırdım, sahneye ilk kez çıktığımda izleyicinin türkülerin hepsini bilmesi beni çok mutlu etti, sonra, “Anonim sözler, neye şaşıyorsun Taner?” dedim kendi kendime. Müzik inanılmaz bir şeymiş, piramidin en üstündeki sanat, bir daha doğsam müzisyen olmak isterdim. Dünyanın neresine gidersen git, aynı şeyleri hissettiriyorsun insanlara. Gerçekten sanatın tüm türlerinden ötede.
 

  • Sesinin güzelliğinin farkında mıydın?

Bizim sülalece böyledir. Evin her yerinde bir radyo vardır. Büyük aile toplantılarında sırayla herkes ortada bulur kendini.
 

  • Ağabeyin müzisyen. O ne diyor senin sahnede olmana?

O benim yıllar önce başlamamı istiyordu, ben biraz zamana bırakmak istedim.
 

  • Onun desteğini ve takdirini görmen çok güzel. Birlikte bir şeyler icra edecek misiniz?

Yaptık ama henüz paylaşmadık. Bir türkü vardı ben onu piyanoyla yorumlamak istiyordum, girdik birlikte stüdyoya, çaldık söyledik, çok da güzel oldu.
 

  • Tiyatroda ne zaman izleyeceğiz seni yeniden?

Şimdi Reha ağabeyle (Özcan) konuşmaya başladık, bir Robinson Crusoe uyarlaması düşünüyorum ama Cuma’nın gözünden. Tiyatro benim her şeyim, ben tiyatro sayesinde varım, bugün beni tanıyorsanız tiyatro sayesinde tanıyorsunuz.
 

  • Bir de Beşiktaş’ı sormak istiyorum, tek bir kelimeyle anlatman gerekse takımını ve takımına olan bağlılığını ne dersin?

Miras… Ben nasıl Beşiktaşlı olduğumu bilmiyorum. Çocukken bir ara, “Galatasaraylı mı olsam?” dedim, üzülmek istemiyordum çünkü takımım için daha fazla ve Galatasaray da o dönem çok iyi gidiyordu. Maça gittim, elimden geleni yaptım ama diğer taraftan bakmayı başaramadım, “Taner,” dedim, “Sen Beşiktaşlısın, bunun başka yolu yok.
 
 
 
Yazı Deniz Tokgöz
Fotograflar Deniz Özgün – ASİTANE
Styling Yasemin Eke

İlgili Makaleler