Hepimizin dolabında, bizi daha güçlü ve görünür kılan ya da bazen dünyadan biraz geri çekilip kendimizi daha güvende hissetmemizi sağlayan parçalar vardır.
Moda sadece giydiklerimiz değildir; nasıl algılanmak istediğimizden nereye ait hissettiğimize, kendimizi dünyaya ne kadar açmak ya da kapatmak istediğimize kadar pek çok şeyle ilgilidir.
Şeytan Prada Giyer, bu ince psikolojik pazarlığı sahneye taşıyan en ikonik filmlerden biri.
İşte bu sebeple “Şeytan Prada Giyer” filmi yıllar geçmesine rağmen hâlâ güncelliğini koruyan nadir anlatılardan biri olmaya devam ediyor.
Geçtiğimiz yıl, Londra’da izleme fırsatı bulduğum filmin müzikal versiyonu da, bu hikâyeyi yeniden hatırlatmakla kalmıyor; modanın bireysel kimlik üzerindeki etkisini daha net bir çerçeveye oturtuyor.
Sahne dili, ritim ve kostümler, modanın yalnızca estetik bir tercih değil, güçlü bir sosyal dil olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Andy Sachs’ın dönüşümü çoğu zaman bir stil değişimi olarak algılansa da;
bu süreç, moda aracılığıyla görünür olmanın ve bir sisteme dahil edilmenin psikolojik karşılığını göstermektedir.
Bu hikayede, Andy, kıyafetleri sayesinde daha fazla ciddiye alınır, daha hızlı kabul görür. Moda burada bir süs değil; bir ulaşım, ait olma aracıdır.
Ancak bu araç beraberinde sorular getirir.
Kabul görmek için ne kadar değişebiliriz ya da değişmeliyiz?
Güç kazandıkça, kendimize olan mesafemiz artar mı, azalır mı?
Miranda Priestly karakteri, modanın güçle kurduğu ilişkiyi en net biçimde temsil ediyor.
Onun stilinde sıcaklık değil, kontrol var.
Kıyafetleri bir ifade biçiminden çok, sınır çizmek için bir araç olarak kullanmaktadır.
Bu da bize şunu gösterir: Moda, bazen kendimizi anlatmanın yanında, güç kullanmanın ya da kendimizi korumanın da bir yolu olabilmektedir.
Moda psikolojisi perspektifinden bakıldığında, bu durum özellikle iş dünyasında kadınların sıklıkla benimsediği bir stratejiyi yansıtır.
Güçlü görünmek, çoğu zaman güçlü hissetmenin önüne geçer; stil ise bu dengenin kurulduğu alanda oluşur ve ince bir ayar gerektirir.
Şeytan Prada Giyer, bu yönüyle bir başarı hikâyesinden çok, modern kadının verdiği bir kimlik mücadelesini de anlatır.
Yani çoğu zaman, saygınlık görünürlük, aidiyet ve özgünlük arasında gidip gelen bir denge arayışı da diyebiliriz.
Müzikal uyarlamasını izlerken, bu arayışı, belki de kostüm ve sahne tasarımından dolayı, daha da fazla hissettim.
Bugün, “Şeytan Prada Giyer“ 2026’ da devam filmiyle, vizyona girmeye hazırlanırken, bu hikayenin hâlâ bu kadar ilgi çekici bulunmasının nedeni; modanın yıllardır aynı sorunun cevabını aramasında gizli…
Moda bizi özgürleştiriyor mu, yoksa fark etmeden belirli bir kimlik kalıbına mı sokuyor?
Bence bu sorunun yanıtı, modanın kendisinden çok, onunla kurduğumuz ilişkide gizli.
